Beş Yıl Önce Sağlıkta Şiddet Nedeniyle Kaybettiğimiz Dr. Fikret Hacıosmanı Saygıyla Anıyoruz
Şiddet Olmasaydı, Dr. Fikret Yaşayacaktı
Beş sene önce, 2 Ekim 2018’de Dr. Fikret Hacıosman’ı, görev yaptığı hastanede silahlı saldırı sonucunda yitirmiştik. Kendisini ve sağlıkta şiddet nedeniyle kaybettiğimiz tüm hekim/sağlık emekçilerini saygıyla anıyoruz. Sağlıkta şiddet son bulana kadar mücadele edeceğimize yeniden söz veriyoruz.
Türk Tabipleri Birliği ve Tabip Odaları olarak; 2003’ten beri ülkemizde Sağlıkta Dönüşüm Programı ile had safhaya ulaşan piyasacı; halk sağlığını ve hekimleri/sağlık emekçilerini yok sayan, değersizleştiren sağlık politikalarının şiddeti daha çok artıracağını söyledik ve sağlıkta şiddet nedeniyle 1988’de kaybettiğimiz Dr. Edip Uğurcan Kürklü dışındaki tüm meslektaşlarımızı ne yazık ki yaratılan tüketici sağlık politikalarının hızla bizleri de tükettiği son 20 sene içerisinde kaybettik.
Dr. Fikret Hacıosman’ın ölümünün ardından da sağlıkta şiddete karşı etkili önlemler için yüzlerce defa çağrı yaptık. Ancak çağrılarımıza kulak verilmemesi sonucunda her gün ama her gün Türkiye’nin farklı şehirlerinden akıl almaz şiddet olayları duymaya devam ettik. Yürüttüğümüz mücadele sonucunda adım atmak zorunda kalan Sağlık Bakanlığına; önerilerimizin yalnızca bir kısmını alarak çıkarılan yasanın yetersiz olduğunu, sorunun yalnız yasayla da çözülemeyeceğini, toplumsal varoluşumuzu aşındıran, şiddeti körükleyen düşmanlaştırıcı politikalarla sağlık sistemi başta olmak üzere her boyutu kapsayan bütünlüklü bir değişim gerektiğini ilettik. Geldiğimiz noktada, ne gerçekten caydırıcı önlemler alındı ne de çalışma alanlarımızda ve koşullarımızda sağlıkta şiddete karşı düzenlemeler yapıldı. Geçtiğimiz sene, Dr. Ekrem Karakaya’nın ölümünden birkaç ay önce önerdiğimiz, sağlık kurumlarına silahla girilmemesini de içeren yasal düzenlemeler de görmezden gelindi. Sonuçlarını maalesef acıyla yaşadık, yaşıyoruz.
Bir kez daha vurgulamak isteriz ki; 3-5 dakikaya sığdırılmaya çalışılan muayenelerle verilemeyen sağlık hizmeti, yok sayılan sağlık hakkı, iyileşemeyen hastalıklar, bulunamayan ilaçlar, yapılamayan ameliyatlar, mesleki özerkliğe yönelik müdahaleler, hekimlerin/sağlık emekçilerinin tükenmişliği ve son zamanlarda iyice derinleşen ekonomik zorluklar, toplumun sağlığını bozdu. Toplumda artarak süregelen şiddet iklimi, sağlığımızı bozan, bizi yok sayan, tüketen, değersizleştiren sağlık politikaları, hem bizi hem de halkı geçinememeye sürükleyen ekonomik buhranla birleşince; sağlığın fiziksel, zihinsel, toplumsal bütün bileşenleri de zarar görerek sağlık alanlarında şiddete de zemin oluşturdu. Aynı zamanda ülkeyi yönetenlere kadar uzanan nefret ve şiddet dili de sağlıkta şiddeti körükledi.
Sağlık Bakanına yeniden sormak istiyoruz. Artık canımıza da kasteden bu sorunlarımıza karşı halen sadece tweet atmakla mı yetineceksiniz? Hekimlerin, sağlık emekçilerinin yaşadıkları sorunlar için tek yapabileceğiniz bu mu? Her ay sayısı katlanarak artan yüzlerce hekim bu kötü koşullar ve gelecek kaygısıyla ülkesini terk ediyor. Neredeyse hepimiz, çalışma yükümüzün yanında bu sağlık sisteminde ruhsal anlamda zorluklarla da karşılaşıyoruz. Daha geçen hafta üç meslektaşımız intihar etti. Yüzlerce sağlık emekçisi her gün şiddet görüyor. Tüm hekimler/sağlık emekçileri geçim derdi ile boğuşuyor. Günde en az 100 sözel ve fiziksel şiddetle karşılaştığımız, hekimlerin %84'ünün en az bir kere şiddete maruz kaldığı çalışma koşullarındayız.
Önceki gün Ankara EAH acil servisine silahla giren bir kişinin ateş etmesi sonucu, bir sağlık çalışanı kıl payı ölümden dönmüştür. Silahla hastaneye bu kadar rahat girip ateş edilmesi, Sağlık Bakanı ve diğer yetkililerin önlem alma konusunda harekete geçmeleri için yeterli değil midir?
Sayın bakan, siz halen susacak mısınız? Sosyal medyadan mesaj göndermekten daha fazlasını yapacak mısınız?
TTB ve tabip odaları olarak Sağlıkta artan şiddetin de, toplumda körüklenen şiddet dilinin de karşısındayız ve sağlıkta şiddetle etkin mücadele çağrımızı yineliyoruz. Birileri bizim sesimizi duymadığı gibi, duyulmasını engellemek için elinden geleni yapıyor ama dün olduğu gibi yarın da daha da güçlü bir şekilde “emek bizim, söz bizim” demeye devam edeceğiz. Asla yaşamımıza kasteden bu çalışma koşullarına boyun eğmeyeceğiz, emeğimizin sömürülmesine, geleceğimizin karartılmasına izin vermeyeceğiz.
Şimdi, bir kişi daha eksilmeye sabrımız yok. Bir gün daha kaygıyla çalışmak istemiyoruz. Bir kere daha yaşatmak isterken ölmek istemiyoruz. Bu nedenle başlattığımız eylem sürecinde topluma çağrımızdır;
Sağlıkta yaşadığınız sorunların sorumlusu ne hekimler ne de sağlık çalışanlarıdır. Randevu bulamamanızın, 5 dakikada muayeneye mecbur bırakılmanızın, eczanelerde kalem kalem ödeme yapmanızın, hastanelere ulaşamamanızın ve diğer bütün sorunlarınızın sorumlusu bu sağlık sistemidir. Gelin bu sistemi hep birlikte değiştirelim.
Meslektaşlarımıza çağrımızdır;
Ne yaşamlarımızdan, ne de mesleğimizden vazgeçmiyoruz. Bu eylem sürecinde etkili sağlıkta şiddet yasası, güvenli çalışma alanları taleplerimizi yükseltelim.
Yaşamı ve yaşatmayı kendine şiar edinmiş bir mesleğin mensupları olarak sağlıkta şiddete karşı her yönüyle mücadelemiz devam edecek: YAŞAMAK ve YAŞATMAK İSTİYORUZ!
Türk Tabipleri Birliği Samsun Tabip Odası
Saygıdeğer meslektaşlarımız, değerli basın mensupları ve Samsun halkı
Bugün burada basın açıklaması yapma sebebimiz maalesef yeni bir sağlıkta şiddet olayı ile karşı karşıya kalmamızdır.
Bu hastanede görev yapan Op. Dr. Mustafa Erdem bir hasta yakını tarafından silahla kaçırılmış, tehdit edilmiş, darp edilmiştir. Emniyet güçlerinin hızlı ve etkin müdahalesi sonucu hayati bir yaralanma olmadan doktorumuz kurtarılmıştır. Meslektaşımıza geçmiş olsun diyor, her yönden sosyal ve hukuki desteğimizi sunuyoruz. Olayda emeği geçen emniyet güçlerine de teşekkür ediyoruz.
Sağlıkta şiddet toplumsal şiddetten bağımsız bir olgu değildir. Kışkırtılmış sağlık talebi, siyasi iradenin hekimler başta olmak üzere sağlık mesleği mensuplarını değersizleştirmesi, konuyla ilgili yasaların uygulanmasıyla ilgili problemler sağlıkta şiddetin nedenlerinden sadece birkaçıdır.
Samsun ilinde ne yazık ki çok değerli meslektaşlarımız Dr. Kamil Furtun ve Dr. Aynur Dağdemir’i 2015 yılında görev yerlerinde karşılaştıkları saldırılar sonucu kaybettik. Ardından gün geçmedi ki yeni bir şiddet olayı yaşanmasın. Sadece geçtiğimiz 3 ay içinde bile ilimizde 3 meslektaşımız görev başında şiddet olayı ile karşı karşıya kaldı.
Son olarak da dün meslektaşımız Dr. Mustafa Erdem kendisini günlerce takip eden ve planlayarak saldırıya geçen bir hasta yakını tarafından silahla alıkonuldu. Meslektaşımızın bugün hayatta olması, aramızda olması bizim için tek ve en önemli teselli. Saldırganın yakalandığı ve hukuki sürecin başladığı bilgisini de paylaşmak istiyoruz.
Bundan sonra ne olacak? Sıra hangimizde? Biz hekimler ve sağlık çalışanları görevimizi yaparken, topluma sağlık hizmeti sunarken öldürülüyoruz, darp ediliyoruz, hakaretlere maruz kalıyoruz.
Geçen yıl meslektaşımız Dr. Ekrem Karakaya yine görevi başındayken silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Biz yine burada toplandık ve aynı şeyleri konuştuk. Artık kınama mesajı yayınlamak istemiyoruz! Artık bir meslektaşımızın daha canı yansın istemiyoruz! Artık şiddet nedeniyle iş bırakmak istemiyoruz. 2023 yılı ilk 8 ayında Samsun ilinde 22 meslektaşımız yurt dışında çalışabilmek için iyi hal belgesi almıştır.
Çözüm istiyoruz. Tüm bileşenler bir araya gelerek çözüm üretebilsin istiyoruz. İlimizde sağlıkta şiddeti ortadan kaldırmak ve huzurla her vatandaşa sağlık hizmeti sunabilmek, güvenli çalışma ortamlarında çalışabilmek istiyoruz. Bizler, sistem her tıkandığında her ekonomik krizde, burnundan soluyan vatandaşla karşı karşıya geliyoruz, sağlıkta şiddet bu yüzden politik bir olaydır ve çözümü bakış açısı ve bütünüyle politika değişikliği gerektirir.
Bunu yapacak gücümüz ve enerjimiz var.
Artık bu son olsun!
Artık Yeter, Sağlıkta Şiddet Sona Ersin Diyoruz…
Artık doktor dövebiliyoruz diyen, bunu bir konfor alanı olarak sunan anlayış ülkenin tıp ortamına ve halkın sağlık hakkına doğrudan saldırı içindedir. Doktor arkadaşımıza tekrar geçmiş olsun diyor, hiçbir zaman meslektaşlarımızı yalnız bırakmayacağımızı ve her türlü mücadelede sonuna kadar yanlarında olduğumuzu belirtiyoruz….
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
Samsun Tabip Odası
Bugün burada hastanemiz beyin cerrahisi uzmanlarından Dr. Ömer Özkan'a çalıştığı ortamda, yapılan silahlı saldırıyı kınamak için toplanmış bulunuyoruz. Bu saldırının üzüntüsü ve öfkesi içindeyiz.
Çok şükür ki saldırı meslektaşımıza, çalışma arkadaşlarımıza zarar vermeden bertaraf edilmiştir.
Fakat şimdi buna sevinip şükür mü etmeliyiz bilemedik doğrusu. Bizler, Doktorlar, sağlık çalışanları, insanın canını kurtarmak için çabalayanlar, ölüme , öldürülmeye bir adım mesafede öldürülme riskiyle yaşayıp, öldürülmediğimizde de şükür mü etmeliyiz.
Bunu hak etmiyoruz. Bu hastane öldürme değil yaşatma için çabalama yeridir. Ve biz bunu yapıyoruz.
Sağlıkta şiddet, sağlık sistemimiz üzerindeki en karanlık perdedir. Bu perde tüm çalışanlarımızın çalışma heyecanını kırmakta, halkımızı iyileştirme çabalarımızı köreltmekte ve bizleri ruhsal olarak eriyip tüketmektedir.
Sağlıkta şiddet, burada bir kişi eliyle yaşatılsa da münferit bir olay değildir. Toplumsal ve siyasal bir sorundur. Nedenlerini ve çözüm yollarını biz biliyoruz ve söylüyoruz. Fakat muktedirlere anlatamıyoruz ve çözüm yollarını uygulatamıyoruz.
Saygıdeğer yöneticiler madem nedenleri irdeleyip, çözmüyor, çözemiyorsunuz o zaman anayasanın size yüklediği sorumluluğu yerine getirin. Anayasa der ki Devlet; çalışanlarının en uygun çalışma şartlarını oluşturmakla ve çalışma ortamlarının güvenliğini sağlamakla mükelleftir.
Yani Ömer Özkan'ı, beni, seni, tüm çalışanlarını korumakla mükelleftir.
Bir çok hastanede olduğu gibi bizim hastanemizin girişine de kurulan X-Ray cihazları ne işe yaramaktadır. Bir meslektaşımız öldürüldüğü zaman kurulma kararı alınan bu cihazların işler hale getirilmesi için bir arkadaşımızın daha mı ölmesi gerekmektedir.
Şiddet karşısındaki taleplerimize kulak tıkayanlardan, söylemleriyle şiddeti teşvik edenlerden mücadelemizi yükselterek hesap soracağımızı bir kez daha yüksek sesle ifade ediyoruz.
Dr. Ömer Özkan'a yapılan şiddeti ve şiddeti sorunlarının çözüm yolu olarak kullananları kınıyor ve Samsun Tabip Odası olarak sürecin sonuna kadar takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz.
Bafra Devlet Hastanemizde Bu ruh haliyle ve yaşananları kınamak adına bugün bundan sonra görev yapmayacağımızı bildiririz
Yaşamak ve Yaşatmak İstiyoruz!
Konya Şehir Hastanesinde çalışan Dr. Ekrem Karakaya'yı tam bir sene önce, 6 Temmuz 2022'de çalıştığı kurumda silahlı saldırı sonucu kaybettik. Kendisini ve sağlıkta şiddet nedeniyle kaybettiğimiz tüm sağlık emekçilerini saygıyla anıyoruz.
Ne yazık ki sağlıkta şiddet nedenli kaybettiğimiz meslektaşlarımızın biri dışında hepsini son 20 sene içinde kaybettik. Son yıllarda sağlıkta şiddet gözle görülür şekilde arttı ve artık çalışma alanlarımızın rutini haline geldi.Toplumsal şiddetteki artışın ve ayrışmanın sağlık kurumlarına da yansımasının yanında; sağlık sistemindeki değişiklikler, hekim-hasta ilişkilerinde yaşanan dönüşüm ve elbette sağlık çalışanlarının siyasiler tarafından her fırsatta hedef gösterilmesi de bu ciddi artıştan sorumludur.
Sağlıkta şiddetteki artışın en büyük sorumlularından olan, hastalarla sağlık çalışanlarını birbirlerine düşman eden sağlıkta dönüşüm programının yirminci yılındayız. “Artık hastanelerde sıra beklemeyeceksiniz; artık siz doktoru değil, doktor sizi bekleyecek.” şeklinde propagandaların yanında, sağlık kurumlarında idarenin baskısı ve performansa dayalı ek ödeme sistemi gibi uygulamaların tümü ile birlikte sağlığın ticarileşmesi hızlanırken sağlıkta şiddetin kapıları da sonuna kadar açılmış oldu. Sağlıkta dönüşüm programı ve aynı politikalar tarafından oluşturulmuş “beyaz reform” ile geçen 20 senenin sonunda hekim ve sağlık çalışanları olarak, sağlık kurumlarını cehenneme çeviren bu sağlık sistemini değiştirmeden sağlıkta şiddetin azalmayacağını çok iyi biliyoruz. Bunu Sağlık Bakanlığı da çok iyi biliyor olmalı ki her defasında sağlıkta şiddete karşı ciddi adımlar atmak yerine, yalnızca oyalamayı görüyoruz.
Türk Tabipleri Birliği olarak sağlıkta şiddete on yıllardır dikkat çekmekteyiz. Özellikle son 15 yıldır eylemlerle ve taleplerimizle sağlıkta şiddeti bitirebilmek için yoğun derecede mücadele ettik. Yasa teklifleri oluşturduk. Ancak ne yazık ki Bakanlık ve Kamu Otoritesi gerekli düzenlemeleri yapmadı ve ancak birimiz hayatını kaybettikten sonra sağlıkta şiddetle ilgili zayıf düzenlemeler yapmakla yetindi. Beyaz kod verilerini dahi bizimle paylaşmaktan imtina eden bu tavırdan, sağlığın piyasalaşmasının canlarımızdan daha değerli olduğunu net biçimde görmekteyiz. Hayatımızı kaybetmemize kadar giden ve gündelik yaşamımızın bir parçası haline gelen şiddeti uygulayanları ve buna kayıtsız kalanları asla affetmiyoruz. Yıldan yıla güvensizleştirilen, çalıştığımız sağlık kurumlarının mezarlarımız olmasını istemiyoruz. Güvenli çalışma ortamlarında, insanca çalışma koşullarında yaşamak ve yaşatmak istiyoruz!
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi & Samsun Tabip Odası
Saygıdeğer Samsun halkı,
Ülkemizde ve Dünyada kızamık vakaları artmaktadır.
KIZAMIK HASTALIĞI; insandan insana damlacık halinde solunum yoluyla bulaşmakta ve insanda ateş, öksürük, burun akıntısı, göz kızarıklığı, bazen ishal ve yüzden başlayıp tüm vücuda yayılan döküntülerle kendini göstermektedir. Bu virüsün bulaştırıcılık riski o kadar yüksektir ki, kızamık hastalığı olan bir kişinin kapalı bir ortamda 1-2 saatte aşısız bir kişiye hastalığı bulaştırabilme riski oranı % 90 kabul edilir.
Türkiye'de son yıllarda, özellikle son aylarda kızamık vakaları hızla artmaktadır. 2023 yılının ilk 4 ayında 1440 kişiye kızamık tanısı konmuş ve bunların 242 tanesi hastaneye yatırılarak tedavi edilmiştir. Kızamık tanısı alan hastaların 1 yaş altında olanların hemen tümünün, 1-4 yaş arası olanların yarısından fazlasının aşısız olduğu tespit edilmiştir.
Kızamıktan ölme oranı; Tüm yaş grupları ölçü alındığında Binde 6 kabul edilmekle beraber, düşük yaş gruplarında bu oran çok daha yüksek olmaktadır.
Birbiri ile bağlantılı 2 kızamık vakası, salgının başladığının habercisidir ve hemen salgın mücadelesine başlanmalıdır.
Aile, hasta kişiyi sağlıklılardan ayırmalı, hemen sağlık kuruluşuna başvurmalıdır.
Sağlık kuruluşu da gerekli önlemleri alarak, İlk 72 saatte hasta kişi ile yakın teması olan tüm bireyleri aşılamalıdır.
AŞI YAN ETKİLERİ:
Kızamık aşısının, nadir de olsa kontrol edilebilir, tehlikeli olmayan yan etkileri olabilmektedir.
% 5-15 oranında 6-12 günlerde ateş yükselmesi
% 5 döküntü
3.ooo-4.ooo'de 1 oranında havale olabilir. Yan etkiler hemen müdahele ile kontrol altına alınabilir.
ÜLKEMİZDE KIZAMIK SALGINI OLABİLME RİSK NEDENLERİ ŞUNLARDIR:
BULUNDUĞUMUZ DÖNEMDE SALGINA YAKALANMAMAK İÇİN NELER YAPILMALIDIR?
KIZAMIK SALGINI ÇOK YAKINIMIZDA HEMEN KAPIMIZIN EŞİĞİNDE
KIZAMIK SALGININA KARŞI HAZIRLIKLI OLMAK VE ÖNLEM ALMAK,
BEBEKLERİMİZE ve ÇOCUKLARIMIZA OLAN BORCUMUZDUR
BİLİNMELİDİR Kİ
KIZAMIK HASTALIĞINDAN KORUNMANIN TEK YOLU AŞI OLMAKTIR.
Hepinize Samsun Tabip Odası olarak sağlıklı bir yaşam diliyoruz.
Sevgili meslektaşlarım, çalışma arkadaşlarım, basın mensupları , saygıdeğer vatandaşlar, hoş geldiniz.
Bugün Burada yaşadığımız bir sağlıkta şiddet olayına itirazımızı, isyanımızı ifade etmek için toplandık
Dün akşam bu hastanede Çarşamba Devlet Hastanemizde Doktor arkadaşımız Dr. Ekrem Kayaalp, sağlık hizmeti vermek için bulunduğu acil serviste sağlığını kurtarmaya çalıştığı kişi tarafından darp edilmiş, şiddete maruz bırakılmıştır. Bu darp sonucu meslektaşımız işitme, görme ve bilinç kaybına uğramıştır.Tıbbi kontrol altına alınan meslektaşımızın incelemeleri devam etmektedir. Dileğimiz odur ki ; Meslektaşımız sağlık sorunu yaşamasın ve bu süreci kısa sürede atlatsın. Meslektaşımıza acil şifa diliyor ve Dr. Ekrem Kayaalp’e bu durumu yaşatan saldırganı ve olayı şiddetle kınıyoruz. Samsun Tabip Odası olarak ta Konunun yakından ve sonuna kadar takipçisi olacağımızın bilinmesini istiyoruz.
Bu yaşanan Ülkemizde artık ayda yılda bir yaşanan münferit bir olay değildir ve böyle de kabul edilmemelidir.
Daha dün Alanyada ASM’de Dr. Melek BAĞCE’yi görevi başında katlettiler. Uzağa gitmeyelim
Dr. Kamil FURTUN’u ve Dr. Aynur DAĞDEMİR’i de görevleri başında katledilmişti.
Evet sağlıkta şiddet bir sorundur. Toplumsal bir sorundur. Nedenleri çok geniş alana yayılan Sağlıkta sistemin bozukluklarını da içine alan bir sorundur. Çözüm yeri de kamu idaresidir.
Biz, bizi yönetenlere;
Sağlıkta şiddetin nedenlerini araştırın dedik OLMADI
Nedenleri biz söyledik, çözüm bulun dedik OLMADI
Çözüm yollarını gösterdik YİNE OLMADI.
Her kaybımızda her yakarmamızda, her isyanımızda göz boyayıcı, kısa süreli önlemler alır gibi yaptılar, tabii ki bunlar sorunu ortadan kaldırmadı.
Mademki sağlıkta şiddetin nedenlerini bulup çözemiyorsunuz o zaman bize GÜVENLİKLİ, KORUNAKLI, Görevimizi rahatça yapabileceğimiz ÇALIŞMA ORTAMLARI sağlayın dedik, Fakat dün de bu hastanede yaşandığı gibi bu da sağlanamamış. 30 kişinin müdahil olduğu bir hastayı yaralıya bırakın yardım etmeyi, görmek, muayene etmek bile mümkün olamamaktadır bazen.
Zaten bu ortam şiddettin kol gezdiği bir ortamdır ve Hekimlerimiz sağlık çalışanlarımız bu şiddetle her an karşı karşıya kalmaya adaydır.
Bu şiddetin yaşanmasının sebebinin biri saldırgan ise 9’u bu şiddeti çözmek için adımlar atmayan kamu idaresidir. En kısa zamanda hemen çözümler bekliyoruz. Böyle kapılara konan ve işletilmeyen dedektör kapılar değil, şiddeti önleyecek, ortam, kural ve kişiler.
Eğer bu sağlanmaz ise Tüm Türkiye bilmelidir ki Doktorlar ve Sağlık çalışanları bu ortamlarda çalışmak istemiyor.
Sıkıntı verecek işlerden uzak durmaya çalışıyor, Hergün işe Bugün acaba başıma bir sıkıntı gelirmi huzursuzluğu ile geliyor. Bu ne kadar ağır bir yüktür bilirmisiniz? Bilmezseniz söyleyeyim.
Çok ağır bir yüktür ve bu yükün altında ezilmek istemezsiniz.
Ve fırsatını bulan Doktor ve sağlık çalışanı arkadaşlarım ezilmek istemiyor, aldığı eğitimin hakkını vererek, kıymet bilerek çalışabileceği yerlere, başka ülkelere gidiyor.
Giden doktor sayımız binleri aştı. Türkiyenin sağlık sistemi için farkında olmasanız da çok kötü nbir gelecek tam kapımızın eşiğinde.
Vatandaşlarımız dahil herkes, 8 köşe kasketini önüne koyup düşünmeli.
Bu şiddetin son olmasını diliyor, sevgili meslektaşım Dr. Ekrem KAYAALP’e acil şifalar diliyorum,
ÜLKENİN SAĞLIK SİSTEMİNİN KURTULUŞU İÇİN SAĞLIKTA ŞİDDET SON BULMALIDIR BULMAK ZORUNDADIR.
Hepinize saygılar sunuyorum
SAMSUN TABİP ODASI
KADIN CİNAYETLERİNE ve SAĞLIKTA ŞİDDETE HAYIR!
ACILIYIZ, ÖFKELİYİZ…
Ülkemizin içinde bulunduğu şiddet sarmalında bir kadın meslektaşımızı daha kaybetmenin derin hüznünü ve öfkesini yaşıyoruz. Geçtiğimiz gün Alanya 5 no’lu Damlataş Aile Sağlığı Merkezi’nde çalışan meslektaşımız Dr. Melek Bağçe’nin, boşanma aşamasında olduğu eşi tarafından işyerinde güpegündüz rehin alınarak vahşice katledildiğini öğrendik.
Bu bir ilk ne yazık ki. Kasım 2015’te meslektaşımız Dr. Aynur Dağdemir, birlikte çalıştığı kadın hemşireyi erkek şiddetinden korumaya çalışırken öldürülmüştü. Ocak 2022’de Ebe Ömür Erez, aile sağlığı merkezinde erkek şiddetiyle katledilmişti. Ekim 2022’de aile sağlığı merkezinde çalışan Emine hemşire, işyerinde bir erkek tarafından ateşli silahla vurulmuştu. Nisan 2023’de Çanakkale Tabip Odası Başkanı Dr. Ayşe Güneş, eski eşi tarafından hastane bahçesinde bıçaklı saldırıya uğramıştı.
Bu acı olaylar, tıpkı meslektaşımız Dr. Melek Bağçe cinayetinde olduğu gibi, hem kadına yönelik şiddetin ve hem de hekime/sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin vücut bulduğu olaylar sayacında yerlerini aldı.
DR. MELEK BAĞÇE, ÇAĞLAR BOYU SÜREN KADINA YÖNELİK ERKEK ŞİDDETİYLE YAŞAMDAN KOPARILAN KIZ KARDEŞİMİZDİR.
Dozu giderek artan bu şiddet söylemi, insan ve doğa haklarını hiçe sayan politikalar kadını ve kazanılmış haklarını yok sayan, sahiplenilmesi gereken bir mal gibi gören kadın düşmanı erkek egemen politikalar, alınmayan koruyucu önlemler, işletilmeyen düzenleyici mekanizmalar ve cezasızlık politikalar hayatımızın her alanını kuşatmaya devam etmektedir. Erkek failleri cesaretlendiren söz konusu politikalar, şiddetin her türünün evlerde, işyerlerinde, okullarda, sokaklarda fütursuzca kol gezmesine ve yaygınlaşmasına yol açmakta; taciz, tecavüz ve cinayetle son bulan yaşam hakkı ihlalleri toplumun beden ve ruh sağlığını her geçen gün daha fazla tehdit etmektedir. Bu süreçte kadına ve çocuğa yönelik her tür ayrımcılığı ve şiddeti önlemeye dönük CEDAW, Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Lanzarotte Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerin hayata geçirilmemesi, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde en etkili uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ve 6284 Sayılı Yasa’nın tartışmaya açılması, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin yaygınlaşmasında başta gelen belirleyici etkenlerdir.
BİZLER BİLİYORUZ Kİ; kadın cinayetleri politiktir ve bütün kadın cinayetlerinde olduğu gibi kız kardeşimiz Dr. Melek Bağçe’yi yaşamdan koparan fail yalnızca boşanma aşamasında olduğu erkek değil, bu kadın düşmanı politikalardır.
DR. MELEK BAĞÇE, SON ZAMANLARDA HIZLA ARTAN SAĞLIKTA ŞİDDETİN HEDEFİNDE YAŞAMINI KAYBEDEN BİR MESLEKTAŞIMIZDIR.
Görevi sağlık hizmeti vermek ve yaşatmak olan meslektaşımız, gün ortasında, hiçbir güvenlik önlemi olmayan aile sağlığı merkezinde boşanma aşamasında olduğu eşi tarafından önce rehin alınmış, sonra da hunharca öldürülmüştür. Sağlıkta Dönüşüm Projesi’yle yaratılan neoliberal sağlık sistemi, yalnızca birinci basamak sağlık hizmetlerini tahrip etmekle kalmamış, aynı zamanda hekimleri ve sağlık çalışanlarını parçalanan ve güvenli olmayan sağlık kurumlarında çalışmaya mahkûm etmiştir. Kışkırtılmış sağlık talepleri, performans baskısı, güvencesiz çalışma, kamudan karşılanmayan koruyucu hizmet paketlerinin yarattığı çaresizlik, emeğin değersizleştirilmesi ve şiddete karşı korunaksız çalışma gibi çok yönlü olumsuz etkenler hekimler ve sağlık emekçileri için tehdit olmaya devam etmektedir. Meslek örgütümüzün ve sendikaların giderek artan sağlıkta şiddetin durdurulması için yaptıkları geniş katılımlı eylem ve etkinlikler, hazırladıkları yasa önerileri siyasal iktidarın kör duvarlarında yankı bulamamakta, sağlık çalışanlarının “Sağlıkta şiddete son” çığlıkları duyulmamaktadır. Sağlığın ve yaşamın korunması için hizmet üretilen ve güvenli olması gereken sağlık kurumları, günümüzde eli silahlı erkek faillerin kolayca girip çıktığı, özellikle kadın sağlık çalışanlarına yönelik tacizden cinayete her tür şiddet eylemini gerçekleştirebildiği ortamlara dönüşmüştür
BİZLER BİLİYORUZ Kİ; meslektaşımız Dr. Melek Bağçe’nin çalıştığı Damlataş Aile Sağlığı Merkezi’nde katledilmesine yol açan, şiddete açık olan ve şiddete karşı gerekli önlemlerin alınmadığı bu güvenli olmayan çalışma ortamlarıdır.
YAŞAMI SAVUNAN BİR MESLEĞİN ÜYELERİ OLARAK BURADAN BİR KEZ DAHA HAYKIRIYORUZ;
Kadına yönelik şiddet ve sağlıkta şiddet sonucu kaybettiğimiz meslektaşlarımızı sağlık çalışanlarımızı saygı ve özlemle anıyoruz.
Bir kadını daha kaybetmemek için yaşamdan, sağlıktan, özgürlükten yana ve meslekten bir kişi daha eksilmemek için kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadelemizi sürdüreceğiz.
İnsan haklarına ve onuruna yaraşır, şiddete karşı güvenli çalışma ortamlarını talep etmekten ve mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.
KADIN CİNAYETLERİ VE SAĞLIKTA ŞİDDET SONA ERSİN!
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ
TTB KADIN HEKİMLİK VE KADIN SAĞLIĞI KOLU
Sağlık Şehidimiz Dr. Kamil Furtun’un meslekdaşları, çalışma arkadaşları, can dostları, basın mensupları hoşgeldiniz.
Bugün burada Sevgili arkadaşımız, Samsun Tıp camiasının iyi niyet timsali, gülen yüzü ile insanın içini ısıtan, güven veren doktoru, mesleğinin çok başarılı bir aşığı, çalışma arkadaşlarının abisi,
Dr. Funda FURTUN’un sevgili eşi, Taylan’ın sevgili babası,
beyaz önlüğü içinde çalışma ortamında görevi başında katledilen Dr. Kamil FURTUN’u ölümünün 8. Yılında anmak için toplandık.
EVET , Acımız büyük, yüreğimiz yanmakta. Fakat bugün burada acılanıp, ağlamak için değil, Bugünümüzü, yarınımızı, mesleki saygınlığımızı, hayatımızı ve Kamil Furtun’un yolunda can verdiği Tıp mesleğini korumak için, konuşmak ve isyanımızı göstermek için toplandık.
Sağlıkta şiddet; sadece öfkeli hasta veya hasta yakınlarının saldırılarından ibaret toplumsal bir olgu değildir ve asla münferit adi bir suç olarak da kabul edilemez.
Sağlıkta Şiddet, Büyük oranda Sağlık sistemindeki çöküş ile alakalıdır.
Sağlıkta dönüşüm Programı ve Sağlık Hizmetlerinin Piyasalaştırılması sonucu oluşan “KIŞKIRTILMIŞ SAĞLIK TALEBİ” ve buna bağlı olarak sağlık alanında yaşanan sorunlarla alakalıdır.
Hastayı müşteri, hekimi ucuz işgücü olarak değerlendirmekle alakalıdır.
Sağlıkta şiddet; Hekimleri ve Hekimlik mesleğini değersizleştirme söylemleri ile halkın gözündeki saygınlığımızın yok edilmesiyle alakalıdır.
Hatırlanacağı üzere, Yaklaşık 1 ay önce Tüm Türkiye’deki hekimleri rencide eden ve hekimler, sağlık çalışanları ve sağ duyulu vatandaşlarımızın yoğun protestosuna neden olan bir video görüntüsü düşmüştü sosyal medyaya.
Hani “Doktorları artık beğenmiyoruz, dövüyoruz” diyen ve bunu sağlıkta gelişmişlik olarak değerlendiren vatandaş görseli.
Biz Hekimler ve Sağlık çalışanları olarak yıllardır, Sağlıkta şiddetin en önemli nedenlerinden birinin , yetkili ve sözü dinlenen insanların yetişmiş ve değer üreten insanları değersizleştirme söylemleri olduğunu söylüyor ama sesimizi duyuramıyor, sözümüzü dinletemiyorduk.
Bunu vatandaş, 30 saniyede tüm açıklığı ve saflığı ile ortaya sermiştir. Sağlık çalışanlarını değersizleştirmenin nereden, nasıl kaynaklandığını söylemiş ve bu değersizleştirme algısının vatandaştaki karşılığının ne olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Ülkemizi yönetenler, yani Sağlıkta şiddet sizin söylemlerinizle alakalıdır.
Aynı zamanda Sağlıkta şiddet; Yetersiz ve uygulanmayan yasal prosedürler ve yetersiz güvenlik önlemleri nedeniyle; Sorunlar karşısında şiddetten başka yollar olduğunu bilmeyen, öğretilmeyen, saldırganlığına sessiz kalınan, göz yumulan kişilerle, sağlık çalışanlarını karşı karşıya getirmekle alakalıdır.
Toplumumuzda hızla yayılan şiddet eylemleri, hekimleri ve sağlık çalışanlarını ciddi biçimde etkilemekte, şiddete uğrama endişesi bile çalışanların, tükenmişliğine ve verimsizliğine neden olmaktadır.
Hekimler, artık şiddet riski yaşamamak için önemli ve zorlu işlemlerin riski altına girmemekte, fırsatını bulursa da kendini daha değerli hissederek çalışabileceği ülkelere gitmektedir.
Bu tablonun sebebi; Sağlık vermek, yaşatmak için çalışırken, hakaret görmek, darp edilmek ve ölmek istemeyen doktorlar ve sağlık çalışanları olamaz.
Bunun sebebi ; olsa olsa bataklığı kurutmak için gerekli adımları atmayan, “doktorumu, çalışanımı korumak, benim için bir varlık sorunudur” diyemeyen yöneticilerimizdir.
Biz Sağlıkta şiddetin önlenmesini isteyerek, sadece bu anı ve çalışanları değil aynı zamanda , Ülkemizin Sağlık Sisteminin geleceğini ve halkın sağlığını kurtarmaya çalışıyoruz.
Sağlıkta Şiddet Sorunu;
Ancak meselenin köküne inen, nedenlerini samimiyetle irdeleyen, iyi niyetli, akılcı ve kararlı politikalarla çözülebilir. Bunu yapmaya muktedir olan ve yapması gereken tek güç siyasi iktidar ve Sağlık Bakanlığıdır. Ne yazık ki bu güç bu zamana kadar kullanılmamıştır, bundan sonra da kullanılacağına dair herhangi bir çaba içinde gözlenmemektedir.
Sorumlular bilmelidir ki;
Şiddet gören ve vefat eden hekim ve sağlık çalışanlarının sorumluluğu, kamu idaresindedir. Ve inanıyoruz ki,
Dr. Kamil FURTUN’un elleri yakanızdadır
BİLİNİZ Kİ TÜM KAYIPLARIMIZ ADINA
BİZİM DE İKİ ELİMİZ YAKANIZDADIR.
Sağlıkta şiddetin sona ermesi için vereceğimiz mücadeleyi sonuç alıncaya kadar sürdürmeye kararlıyız.
Dr. Kamil FURTUN’u ve yaşamını sağlıkta şiddet sonucu kaybeden tüm sağlık çalışanlarını saygıyla anıyor, herkes için, sağlıkta ve yaşamın tüm alanlarında şiddetin olmadığı bir gelecek diliyoruz.
DR. Kamil FURTUN, SENİ UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ,
VE ASLA UNUTTURMAYACAĞIZ.
SAMSUN TABİP ODASI
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Basın Açıklaması
Samsun Tabip Odası 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü adına bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını Samsun Tabip Odası adına Samsun Tabip Odası Saymanı Dr. Sema Aydoğdu gerçekleştirdi. Açıklamada şöyle dendi :
Kapitalist sistemin rantı önceleyen, insanı, doğayı, kadını, çocuğu yok sayan erkeği egemen kılan politikaları sonucu 6 Şubat’ta Maraş Pazarcık ve Elbistan merkezli yaşadığımız depremler, onbinlerce insanımızı yaşamdan koparan bir katliama dönüştü. Yaşanan deprem, var olan krizleri ve eşitsizlikleri derinleştirdi. Nüfusun bir bölümü zorunlu göç ile çevre illere ve metropollere gitmek zorunda kaldı. Kalabalık hanelerde yaşama devam etmeye çalışıyorlar. Göç edecek koşulları olmayanlar da hâlâ barınma, beslenme sağlanmadığı ve hijyen şartları oluşturulamadığı için güvenliksiz ortamlarda, çadır kentlerde ve insanlık onuruna yakışmayacak koşullarda yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Geriye kalan nüfus ise dağınık bir biçimde sosyal olanaklara ulaşamadan, derme çatma seralarda yaşam mücadelesi veriyor. Nüfusun bir bölümü hâlâ kayıp, enkazdan kurtarılan kayıp olan yüzlerce çocuk var. Kayıp çocukların akıbetini soruyoruz, sesimiz boş kuyulardan bize geri yansıyor, aile bakanı durumu olağanlaştıran ve sıradanlaştıran söylemlerde bulunuyor. Savaşlar, ekolojik yıkımlar, ekonomik krizler her zaman önce kadınlar ve çocukları vurmaktadır dedik hep. 6 Şubat Maraş depremleri sonrasında da geniş bir coğrafyada yaşanan yıkımın sonuçları yine kadınlar açısından daha derin ve ağır yaşanmakta. Bakım verenin kadın olduğu ailelerde, şimdi zor yaşam koşulları nedeniyle kadınlar bu yükün altında daha da ezilmekteler. Depremin yarattığı fiziksel ve psikolojik travma henüz yeni olmasının yanı sıra; sağlıksız barınma koşulları, temiz suya erişim zorluğu, tuvalet ve banyo gibi hijyen açısından önemli alanların sınırlılığı hastalıkları artırıyor, salgın riski taşıyor. Kadınlar için düşünülmemiş, güvenlikli olmayan yerleşim alanları kadınları şiddet ve istismara açık hale getiriyor. Yıkımlardan önce de söylediğimiz gibi sağlıklı kentler ancak ve ancak kadın perspektifi ile sürdürülebilir alternatiflerle mümkün. Biz kadınları çok önemli bir süreç beklemekte. Yıkılan kentlerde yaşamı örmek, tekrar erkek egemen sisteme teslim etmemek için, hayatta kalanların yaşama tutunma umudu için dayanışmayı olanca gücümüzle örgütlemeliyiz. İrademizi önce alanlarda, yıkımın olduğu kentlerde dayanışmayla ortaya koyacağız. Her köşe başında kadınlar ve kız çocukları için güvenli kentler kurulana kadar bir kadın isyanı yükselecek: “Kentler bizim, biz kadınların kentleri olacak!” Daha nice isyanımızda olduğu gibi, kaybettiğimiz canların dirilişini duyacaksınız. Yandaş İnşaat firmalarına, sermayeye yaşamımızı tekrar tekrar peşkeş çekemeyeceksiniz. Biz kadınlar, omuz omuza erkek egemen rantçı sisteme karşı yaşamı ve umudu tekrar öreceğiz. VARDIK, VARIZ, VAROLACAĞIZ! Dünyanın her kıtasında, insanın iz sürdüğü her coğrafyada yıkımlara ve talanlara en güçlü yanıtı verenler kadınlar oldu. Bizler iradesini, isyanını rengarenk kuşanan kadınlarız. Yasımızı yaşarken çürümüş düzenin ortasında yeni yaşamın tohumlarını bizler ektik. Onun filiz verip dalları ile yaşamı kuşanmasının sorumluluğunu taşıyoruz. Kadın hekimler olarak bu sene 8 Mart’ı 6 Şubat depreminde kaybettiğimiz kadın hekimlere ve tüm kadınlara adıyoruz. Hayatta kalan ve hala umudu örgütleyen tüm depremzede kadınlara selam olsun.
YAŞASIN 8 MART!
YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!
YAŞASIN KADIN MÜCADELESİ!
Samsun Tabip Odası Kadın Hekimlik Kolu
Saygıdeğer Samsun Halkı, Sayın Meslektaşlarımız, değerli Basın Mensupları;
Bizler insanlık tarihiyle aynı geçmişi paylaşan hekimlik sanatına gönül verenleriz;
Canlıların yararına her türlü ayrıcalık ve özgünlükle, her canlıyı eşsizliğiyle tedavi eden bir yaşatma çabasını ortaya koyanlarız;
Ve yaşatma sanatımız barış ve huzurla anılmıştır her zaman…
Bundandır her canlı için, ayrım yapmadan tüm insanlar için, sadece tedavi eden değil aynı zamanda koruyan sağlık için mücadelemiz.
Biliriz ki; toplum sağlıklıysa biz sağlıklıyız, biz sağlıklıysak toplum sağlıklı… Yine biz biliriz ki; bilim ve tıbbın kaygısı toplumsa, canlıların sağlığıysa, onu savunmak cesaret gerektirir. Hekimlik Andı aldığımız bu sorumluluğun topluma verilmiş bir garantisidir. Yani bizi susturacaklarını zannedenler bilsin ki; “Bizler öyle bir yemin ettik ki dönmeyiz, dönemeyiz.” Hipokrat’lardan, İbn-i Sina’lardan, Nusret Fişek’lerden bize emanettir; topluma verdiğimiz bu söz, bu cesaret, bu sağlık ve emek mücadelesi.
TTB de, insanlık tarihi kadar köklü böylesi mücadelenin yakın tarihteki somutlaşmış örneklerinden biridir sadece. Ve TTB herhangi bir iktidara yaslanmayı hiçbir zaman kabul etmemiş; eleştirel/bilimsel/etik aklı en büyük dayanak kabul etmiştir. Mücadelesi uzun solukludur. TTB’nin özelleştirmelerle, ülke imkanlarını sermayedarlara akıtan Şehir Hastaneleriyle, niteliksiz / Tabela Üniversitesi eğitimleriyle, basamaklı uygulamayı yok eden sağlık sistemiyle, emeğimizin sömürülmesiyle, doğanın yok edilmesiyle, en yoğununu yaşadığımız, hayatın her alanına sindirilmeye çalışılan şiddetle mücadelesi bu uzun soluklu mücadelelerden bazılarıdır.
Söylemimiz/talebimiz bellidir. Toplumumuzun sağlıklı olması. Biliyor ve söylüyoruz ki “bu ancak sağlığa bütünlüklü yaklaşımla mümkündür.” Bunun için de bireylerin ve toplumun, ekonomik-siyasal-ekolojik-sosyal-fiziksel ve biyolojik iyilik halinin tam olması gerekir.
Öncelikle tüm sağlık çalışanlarının insanca yaşayabileceği, emeklerinin karşılığını alacağı geliri ve çalışma koşulları sağlanmalıdır.
“Devlet vatandaşın sağlığını korumak zorundadır” ilkesi gereği sağlık hizmeti tüm halkımız için parasız olmalıdır.
Sağlık sisteminin temelini birinci basamak sağlık hizmetleri oluşturmalı, basamaklı bir sağlık sistemi modeline geçilmelidir.
Mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitimi yeniden nitelikli hale getirilmelidir.
Bilim ve Teknoloji kar amacıyla değil, mevcut ve gelecekteki toplumsal ihtiyaca göre kullanılıp geliştirilmelidir.
Hekimliğin yüzyıllardan beri süregelen serbest çalışma, mesleki bağımsızlık hakkı gasp edilmemelidir.
Demokrasilerde önemli ilke; toplumun sorumluluk verdiklerini en güçlü katılım yöntemleriyle seçebilmesi ve denetleyebilmesidir. Ancak ne yazık ki son dönemlerde iktidarların seçilmişlerle ve denetlenme ile ilgili sorunları olduğunu görüyoruz. Demokratik ülkelerde en geniş yetkilerle donatılan, mesleki bağımsızlıkları güvence altına alınan meslek örgütleri ne yazık ki baskıcı rejimlerde yetkileri kısıtlanan, mesleki ve mali özerlikleri daraltılan halkın ve meslektaşlarının yararına tutum aldıklarında iktidarlar tarafından hedef haline getirilen bir anlayışla karşılaşmaktadırlar. TTB’nin en büyük dayanağı toplumdur, hekimlerdir. TTB bu güç ve sorumlulukla, üzerinde oluşturulmaya çalışılan olumsuz algılarla, baskılarla dün olduğu gibi bugün de, yarın da mücadele edecek birikim ve inanca sahiptir.
TTB Merkez Konseyi ve tabip odaları olarak hekimlere ve topluma; sağlıklı, emeğimizin sömürülmediği, demokrasi ve barışın kalıcı olduğu güzel bir gelecek için mücadele edeceğimize söz veriyoruz.
Biliyoruz ve inanıyoruz ki bu baskı dolu karanlık günleri, dayanışma ve önlüğümüzün beyazıyla aşacağız. Topluma ve hekimlere sözümüzdür.
SAMSUN TABİP ODASI YÖNETİM KURULU
İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın onursal başkanı Yusuf Ziya Gümüşel’in kızının, babası tarafından 6 yaşındayken “evlendirildiğini” ve “ailesinin onayıyla” çocukluğu boyunca istismar edildiğine dair savcılık şikâyeti günlerdir ülkenin gündeminde. Merkezinde cemaatlerin olduğu çocuk istismarı olayı ilk değil. Üstelik tarikat ve cemaatlerin bu denli arttığı, iktidar eliyle desteklendiği, cezasızlık ödülü verildiği gerçekliğimizde duyulmayan istismar ve tecavüz suçlarının çok daha fazla olduğunu tahmin etmek güç değil.
Bizler “Tarikat yurtları kapatılsın, yurtlar kamusal olarak işletilsin” dedikçe ruhsatlı ya da ruhsatsız şekilde faaliyetlerine devam eden, denetimden uzak bu yapılarda çocuklara karşı suçlar işlenmeye devam ediyor.
Eğitim tarikatların eline terk edilmiş durumda. Çocuğunu okutacak ekonomik gücü olmayan yoksul aileler, çocuğunun üç öğün karnı doysun diye tarikatlara mecbur bırakılıyor. Evet, tarikatlar yoksulluktan besleniyor. Yoksulluğa, çocuk istismarına karşı çözüm üretmeyenler ise cemaatlerin işlediği suçları görmezden gelmeye devam ediyor.
Tarikat ve cemaatlerde yaşananlara “cinsel istismar” diyemeyenleri; biz “Bir kereden bir şey olmaz”lardan, “çocuğun rızası” diyenlerden kol kola girilen fotoğraflardan, İstanbul Sözleşmesi’ni hedef alanlar ile işbirliğinden tanıyoruz.
Geçtiğimiz yıl kadına yönelik şiddette yaşanan artışı tolere edilebilir olarak tarifleyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Derya Yanık şimdi de 6 yaşındaki çocuğun cinsel istismarına “İnsani ve maalesef her zeminde karşılaşılabilecek meselelerdir” diyebiliyor. Tarikatları korumak adına çocuk istismarını normalleştirmesini kabul etmiyoruz. Derya Yanık’ı derhal görevinden istifa etmeye çağırıyoruz. Dün yapması gerekeni daha fazla geciktirmeden bugün yapmalıdır.
Ayrıca unutulmamalıdır ki çocuk istismarı tam da siyasetin meselesidir. Her zaman çocuğun yüksek yararının gözetildiği, çocuk hakları sözleşmesinin uygulandığı, çocuk istismarcılarına karşı cezasızlık politikasından vazgeçildiği, hapishanelerde çocukların olmadığı, laik, demokratik, ücretsiz eğitim sisteminin oluşturulduğu, çocuklarla ilgili her alanın bağımsız kurum ve kuruluşların denetimine açıldığı, çocukların en temel yaşamsal ihtiyaçlarının ücretsiz sağlandığı bir ülke inşa etmek siyasetçilerin görevidir.
Bu karanlık zihniyeti kabul etmiyoruz. Tarikat ve cemaat yurtları kapatılana, fail ve sorumlular yargılanana kadar mücadele edeceğiz. Çocuklarımız için laik ve aydınlık bir gelecek mücadelesinde ısrarla devam edeceğimizi bir kere daha hatırlatıyoruz.
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ SAMSUN TABİP ODASI
Dr. Aynur Dağdemir'i Aramızdan Ayrılışının 7. Yılında Özlem ve Saygıyla Anıyoruz.
BUGÜN ACININ, ÖFKENİN, DAYANIŞMANIN GÜNÜ
Bugün 19 Kasım, bizler için hem acının, hem öfkenin hem de dayanışmanın günü. 19 Kasım 2015’te meslektaşımız Doktor Aynur Dağdemir birlikte çalıştığı bir kadını erkek şiddetinden korumaya çalışırken öldürüldü. Öfkenin günü çünkü, Aynur kadınlar için güvenli olmayan çalışma ortamında erkek şiddeti ile aramızdan alındı. Dayanışma günü çünkü, Aynur cesareti ile bizlere kadın dayanışmasının vazgeçilmez önemini ve gücünü gösterdi.
Biz kadın hekimler, pandemi ile birlikte kadına karşı hamlelerini arttıran erkek egemen yapı, tüm ülkede giderek artan şiddet sarmalı ve sağlıkta çöküş ile yükselen sağlıkta şiddet nedeniyle hemen her gün şiddet ile karşı karşıya kalıyoruz. Sağlıkta dönüşüm projesinin 20. yılını geride bıraktığımız bu günlerde. bu dönüşümün kadın hekimleri hayattan koparışına tanıklık ettik. Acil servis asistanı olarak görev yaptığı sırada SABİM’e yapılan haksız başvurular gerekçe gösterilerek işyerinde sürekli mobbinge maruz kaldığı için canına kıyan Dr. Melike Erdem… Pediatri asistanı olarak görev yapmakta iken uzun çalışma saatleri, nöbet sonrası dinlenme sürelerinin azlığı, emek sömürüsü ve kışkırtılmış hasta istekleri sarmalında tükenmişlik yaşadığı için yaşamına son veren Dr. Ece Ceyda Güdemek… Uzun süren çalışma saatleri sonrası evine giderken iş cinayetinde kaybettiğimiz Asistan Dr. Rümeysa Berin Şen…
Sağlıkta dönüşüm projesi kadın sağlık çalışanları için ölümcül çalışma koşulları yaratırken, güvensiz işyerleri erkek şiddetini cesaretlendirmeye devam etti. Ocak ayında Ebe Ömür Erez aile sağlığı merkezinde katledildi. Daha bir ay önce aile sağlı merkezinde çalışan Emine hemşire işyerinde bir erkek tarafından ateşli silah ile vuruldu.
İsimlerini saydığımız ve sayamadığımız kadınları; neoliberal sağlık politikaları, İstanbul Sözleşmesi’ni feshedenler, ekranlarda cinsiyet eşitsizliğini savunan siyasetçiler, şiddeti cezasızlıkla taçlandıran yargı ve kadın düşmanı politikalar katletti. Aynı anlayış, kadınların kazanımlarına saldırıları arttırarak kadın mücadelesini hedef aldı, almaya devam ediyor. Her geçen gün şiddetin arttığı, adaletin yok sayıldığı coğrafyamızda Kadın hekimler olarak bizler; Pandemi boyunca aklın ve bilimin ışığında hakikatleri ve yok sayılan sağlık hakkını savunduğumuz için… Meslektaşlarımızın ölümünden bu sağlık sisteminin sorumlu olduğunu gün yüzüne çıkardığımız için… Kadını yok sayan sağlık politikalarına karşı durduğumuz için… Özetle Türk Tabipler Birliği, Tüm odalarımız ve organlarımızla toplum ve kadın karşıtı politikalara en güçlü karşı duruşu sergilediğimiz için…hedef alındığımızı biliyoruz.
Biz Aynur Dağdemir’in cesaretini, Melike’nin, Rümeysa’nın öfkesini, Füsun Sayek’in öncülüğünü, Esin Hoca’nın bilim aşkını, rehber edinip kuşanmış kadın hekimleriz. Erkek şiddeti, kadın akademisyenleri hedef alan bilim düşmanlığı, kadını yok sayan sağlık politikaları son bulana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.
Yaşamı savunan bir mesleğin üyeleri olarak bir kadın daha kaybetmemek için; ne yaşamdan, ne özgürlükten, ne de meslekten bir kişi daha eksilmemek için, kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadelemizi sürdüreceğimizi bir kez daha haykırıyoruz.
TTB ve SAMSUN TABİP ODASI Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu
MUAYENEHANE HEKİMLERİ İLE T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI "ÖZEL HASTANE YÖNETMELİĞİ" DEĞERLENDİRME TOPLANTISI ve BASIN AÇIKLAMASI AÇIKLAMASI
Muayenehane Hekimlerinin Serbest Çalışma Hakkı Kısıtlanamaz! Muayenehanelere darbe indiren düzenlemeler kabul edilemez! Hekimlerin serbest çalışma hakkı kısıtlanamaz! “Özel Hastaneler Yönetmeliği ile Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkındaki Yönetmelikte Değişiklik Yapan Yönetmelik” 06.10.2022 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlandı. Sağlık Bakanlığı, bu yönetmelik değişiklikleri ile muayenehane hekimlerinin tanı ve tedavi amacı ile hastalarını özel hastanelere ve tıp merkezlerine yatırmaları, ameliyat ve girişimsel işlem yapmalarını yeni koşullara bağlayarak neredeyse imkansız hale getirdi. Bu düzenlemelerin hangi kamu yararı gözetilerek ya da nasıl bir ihtiyacı karşılamak amacıyla yapıldığı anlaşılamadığı gibi Sağlık Bakanlığı tarafından da açıklanamadı. Bu yönetmelik değişikliği muayenehanesi olan dahili branş hekimlerinin hastalarını yatırmalarını, cerrahi branş hekimlerinin ise ameliyat yapmalarını zorlaştıracak, serbest meslek faaliyetlerini çok büyük ölçüde kısıtlayacaktır. Düzenleme hastaların mahremiyetinin korunması ve hekim seçme hakkını ihlal edecek niteliktedir. Bilindiği gibi hastaların teşhis ve tedavisi 1219 sayılı yasaya göre; mesleğini serbest olarak icra eden hekimlerin hizmet bedeli hasta tarafından karşılanmak ve Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan talep edilmemek kaydıyla, özel sağlık kuruluşlarında yapılabilmektedir. Yapılan yönetmelik değişiklikleri ile; • Muayenehane hekimlerinin bu şekilde tanı ve tedavi hizmetlerini yürütmeleri ancak özel hastane veya tıp merkezinde ilgili branşta boş uzman hekim kadrosu olması halinde ve yıllık sözleşme yapmak suretiyle mümkün olabilecektir. • Boş uzman hekim kadrosu olmaması durumunda, özel hastane veya tıp merkezinin ruhsatında ve/veya faaliyet izin belgesinde kayıtlı o branştaki toplam uzman hekim kadro sayısının ancak %15’i kadar hekim (misafir/dış doktor) ile sözleşme imzalanması mümkün olacaktır. • Aynı branşta birden fazla hekimle sözleşme, ilgili branşın toplam kadro sayısının üçte birini geçemeyecek şekilde yapılabilecektir. Bu düzenlemelere göre 4 bini İstanbul’da olmak üzere yaklaşık 7 bin muayenehane hekiminden ancak 500’ü hastanelerle sözleşme yapabilecektir. Bu durum, mesleğini muayenehanesinde bağımsız olarak icra eden meslektaşlarımızın çalışmalarının büyük ölçüde engellenmesi anlamına gelmektedir. Son zamanlarda hekimlerin gerek özel hastanelerde şirket kurarak çalışmaya zorlanmaları ve hak kayıplarına uğramaları, gerekse kamudaki çalışma koşulları ve sağlıkta şiddet artışı nedeniyle muayenehanede serbest çalışmaya yöneldiği bilinmektedir. Hekimler, büyük sağlık sermayesinin kıskacına alınmak istenmektedir! Sağlık Bakanlığı’nı; Anayasa ve ilgili yasalara aykırı olan, serbest meslek icrasını kısıtlayarak hekimliğin bağımsızlığına darbe indiren, hastaların da hekim seçme haklarını kısıtlayan bu düzenlemelerden bir an önce vazgeçmeye ve ilgili yönetmelik değişikliklerini iptale çağırıyoruz. Türk Tabipleri Birliği, tabip odaları ve uzmanlık dernekleri olarak; bu yönetmelik değişikliğini kabul etmediğimizi, serbest çalışan hekimlerin haklarını korumak amacıyla her türlü yasal girişimde bulunacağımızı ve bu düzenlemeler geri alınıncaya kadar mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.
6 Ekim 2022 tarihinde Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan ve resmi gazetede yayınlanan “Özel hastaneler yönetmeliğinde değişiklik yapılmasına dair yönetmelik” kapsamında muayenehanesi olan hekimlerin muayenehanesine başvuran hastalarının teşhis ve tedavisini özel hastanelerde yapabilmesine ilişkin yeni bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeye göre muayenehanesi bulunan hekimler ilgili branşta boş uzman hekim kadrosu olması halinde özel hastanelerde teşhis ve tedavi yapabilmektedirler ve bu boş kadro yok ise ilgili branştaki toplam yasal kadro sayısının %15’ine kadar uzman hekim sayısına izin verilmektedir. Benzer kısıtlama aynı branştan birden fazla hekimle sözleşme yapılması durumunda ise o branşta toplam kadro sayısının üçte birinden fazlasına izin vermeme şeklinde kısıtlanmıştır. Bu durum muayanehane hekimlerinin kendisine başvuran hastaların teşhis ve tedavisi sırasında ihtiyaç olduğunda özel hastane imkanlarından faydalanmasına ciddi sınırlama getirmektedir.
Dikkat çekilmesi gereken önemli bir nokta da halkın güvenerek -devletten hiçbir ekonomik talepte bulunmadan- hizmet almak için hekim seçme özgürlüğününün kısıtlanmasıdır.
Dahili branşlar yanında cerrahi branş uygulamalarında da tercih edilme oranı giderek artan muayenehane hekimlerinin özel hastaneden hizmet alımını oldukça kısıtlayan ve onların bir özel hastane bünyesine ‘’zorla’’ dahil edilmesini sağlamaya yönelik olduğu anlaşılan bu yönetmelikle ne yapılmaya çalışıldığını sormak isteriz. Hekimlerin kendi mali güçleriyle hizmet sundukları muayenehaneler büyük sermaye gruplarının çıkarlarına göre nasıl böyle zor durumda bırakılabilir ve bu karar nasıl hekimleri korumayı amaç edinen Sağlık Bakanlığı tarafından yapılabilir? Sağlık Bakanlığının hangi hasta ve/veya hekim hakkını korumaya yönelik bu kararları aldığını anlamak mümkün görünmemektedir. Özel hastaneciliği koruyan bu yaklaşımla hangi güçler korunmaya çalışılmaktadır? Kendi emekleri ile çalışıp ayakta duran serbest hekimlerin bu yönetmelikle ortaya çıkacak kayıpları nasıl karşılanacaktır?
Özel hastanelerin hekim ücretlendirmesindeki sermaye gücünü kıran muayenehane hekimliğinin sınırlarının bu şekilde daraltılması ancak büyük sermaye güçlerini besleyen bir yaklaşım olarak yorumlanabilir. Anlaşılmaktadır ki Sağlık Bakanlığı kendisinin ruhsatlandırdığı, nasıl çalışacaklarını kendisinin belirlediği muayenehanelerin bir gecede kapanmasına neden olacak bir karar almıştır.
Unutulmamalıdır ki serbest hekimlik anayasadan doğan bir hekimlik hakkıdır. Cerrahi işlem yapmak da aynı şekilde Sağlık Bakanlığı’nın kendisinin ruhsat verdiği serbest hekimlerin de tüm hekimler gibi en doğal hakkıdır. Ruhsat verilen bu muayenehanelerin hangi şartlarda nerede ameliyat yapacakları Sağlık Bakanlığının yönetmelikleri ile düzenlenmiş ve bu düzene göre muayenehaneler açılmış ve yatırımlar buna göre yapılmıştır.
Bir Hekimin; muayene zamanı, performans baskısı altında kalmadan , özel hastane sahiplerinin ciro baskısını yaşamadan özgürce aldığı eğitimin hakkını vererek çalışabildiği kalenin yokedilme girişimlerini kabul etmemiz ve sessiz kalmamız mümkün değildir. Samsun Tabip Odası olarak Türk Tabipleri Birliği ile beraber bu düzenlemenin iptali için gerekli hukuki süreci hızla başlatacak ve tüm Hekimleri ve hekimlik mesleğinin özerkliğini korumanın koşullarını ortadan kaldıracak her türlü düzenlemeye karşı mücadeleye devam edeceğiz...
Samsun Tabip Odası Yönetim Kurulu
"ÜZGÜNÜZ! ÖFKELİYİZ!
14 Eylül 2022 tarihinde İstanbul Esenyurt Necmi Kadıoğlu Devlet Hastanesi’nde görevi başında katledilen sağlık emekçisi güvenlik görevlisi Tuğrul OKUDAN’ı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Tuğrul OKUDAN’a yapılan saldırıyı nefretle kınıyor, ailesine ve tüm sağlık emekçilerine sabırlar diliyoruz.
Biz sağlık emekçileri olarak bu şiddet sarmalının genişlemesi karşısında siyasi iktidarı defalarca uyardık. Sağlıkta şiddetin münferit bir olgu olmadığını bunun toplumsal ve politik bir sorun olduğunu gerekçeleriyle birlikte tekrar tekrar ifade ettik. Sağlık kurumlarında meydana gelen saldırıların artışı nedeniyle önlemler alınmasına, 6136 sayılı yasada değişiklik yapılmasına ilişkin önerilerde bulunduk. Ancak tüm uyarılarımız görmezden gelindi, şiddetin kaynağı toplumsal bağlamından koparılarak sorun bireysele indirgendi. Sorumlular bu durumu arada bir kınamak dışında bir adım atmadı. Sorumluların bu yaklaşımı dün yeniden bir cinayetle sonuçlandı. Ülkede artan şiddet iklimi bizlerin sadece çalışma koşullarını bozmakla kalmamış can güvenliğimiz de ortadan kaldırmıştır. Her anlamıyla tıkanan sağlık sisteminin tüm sorumluluğu sağlık emekçilerinin omuzlarına yıkılmıştır. Bu durum hekim, sağlık personeli, yardımcı sağlık çalışanlarını hedef haline getirmekte, sağlık alanında yürütülen politikalar, bizlere şiddet, ölüm, çaresizlik ve umutsuzluk olarak geri dönmektedir.
Bugün yeniden ve daha güçlü bir şekilde söylüyoruz. Sağlık emekçilerine hangi kademede olursa olsun en ufak bir zarar gelmesine tahammülümüz yoktur. Şiddet daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi öngörülebilir ve önlenebilir bir toplumsal sorundur ve sorun çözmeye niyetli bütünlüklü politikalarla aşılabilecektir. Güvenli çalışma alanı sağlamak siyasal iktidarın ve yöneticilerin sorumluluğundadır. Sağlık bakanı başta olmak üzere tüm yöneticileri sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyoruz. Bizler bu konuda yaşam hakkımız ve güvenli çalışma koşulları için gücümüzü her yerde her koşulda hep birlikte göstermeye hazır olduğumuzu bir kere daha belirtiyoruz. Güvenlik görevlisi Tuğrul OKUDAN’ın ailesine ve tüm sevenlerine taziyelerimizi iletiyoruz. Şiddet karşısındaki taleplerimize kulak tıkayanlardan, söylemleri ve politikalarıyla şiddeti teşvik edenlerden, mücadelemizi yükselterek hesap sorma kararlılığında olduğumuzu bir kez daha ifade ediyoruz." diye konuştu.
SAMSUN TABİP ODASI
ARTIK YETER
Biz işyeri hekimlerinin ücretleri tarihimizin en düşük seviyesine geriledi. Çalışma şartlarımız olağanüstü ağırlaştı ve iş güvencemiz ortadan kalktı. Maaşlarımız düzenli ödenmiyor. SGK primlerimiz OSGB (Ortak Sağlık Güvenlik Birimleri) şirketleri tarafından eksik yatırılarak geleceğimiz gasp ediliyor. Kullandığımız araç ve akaryakıt harcamaları ile bilgisayar ve internet gibi giderleri kendimiz ödemek zorunda kalıyoruz. İzin hakkımızın kısıtlandığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yerinde ve etkili denetimlerin yapılmadığı, ama en önemlisi de mesleki bağımsızlığımızın her geçen gün erozyona uğratıldığı bir ortamda çalışmaktan yıldık, yorulduk.
340 bin işyerinde görev yapan 14 bine yakın işyeri hekimi olarak sorunlarımızı anlatmaktan yorulduk, artık çözüm istiyoruz!
İş hijyenistleri, ergonomistler, rehabilitasyon uzmanları, epidemiyologlar gibi çalışma arkadaşlarımızla birlikte bugün, işçi sağlığı hizmetlerini nasıl daha güvenli ve sağlıklı hale getirebileceğimizi konuşmayı dilerdik. İşçi sağlığı hizmetlerinin daha nitelikli şekilde yürütüldüğü ülkelerdeki standartlarda olabilecek “işyeri hekimliği uzmanlığı”nı nasıl hayata geçirebileceğimizi konuşmalıydık.
İşyeri hekimliği uzmanlığının şartlarını ve gelecek perspektiflerini konuşmak yerine yoksulluk sınırını zorlayan ücretlerimizi, emeklilikte bile çalışmak zorunda bırakılmamızı, bir işyerinden diğerine, hatta bir ilden diğerine işimize yetişmek için uğraşmamızı, yolda geçirdiğimiz süreleri çalışmadan saymayan bir kâr anlayışını, kiralanan diplomalarla emeğimizin çalınmasını konuşmak zorunda kalıyoruz. Bunun nedeni işçi sağlığını basit bir maliyet unsuru olarak gören ve alanı piyasalaştıran patronlar ve onların temsilcisi siyasi iktidardır.
Bu yaklaşımın son örneğine 15 Eylül 2022 tarihinde -ki medyadan öğreniyoruz- Ankara Ticaret Odası’na bağlı OSGB patronları ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın OSGB’lerin geleceğini konuşacakları toplantının duyurusunda şahit olduk. Bu toplantıya Türk Tabipleri Birliği İşyeri Hekimleri Derneği başta olmak üzere meslek örgütleri ve sendikalar davet bile edilmediler. Toplantıda işçi sağlığı ve iş güvenliği alanının başka meselesi yokmuş gibi en büyük sorun olarak işyeri hekimlerinin ücretlerini ve çalışan işçi sayısına göre hesaplanan çalışma sürelerinin uzunluğunu görmüşler. Her yıl iş cinayetlerine kurban verdiğimiz binlerce “can” ve onların aileleri; bir türlü tanınmayan, görülemeyen meslek hastalıkları umurlarında bile değil.
Oysa ülkemiz, ölümlü iş kazalarında Avrupa’da birinci sırada yer almaktadır. Meslek hastalıklarını teşhis edemiyoruz. Çünkü etmek istemiyoruz. Maalesef işçi sağlığı hizmetleri temel bir insan hakkı, sosyal devletin olmazsa olmaz şartı ve işverenlerin mutlak sözleşme borcu olarak değil, basit bir maliyet unsuru olarak görülüyor.
İşçi sağlığı hizmetlerinin koruyucu özünden ve kamusal niteliğinden soyutlanarak var olması düşünülemez. Ancak mevcut ortamda, piyasanın, patronların insafına bırakılmış ve kamusal özünden koparılmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı denetim görevini dahi yerine getirmemektedir.
On yıl önce yürürlüğe konulan 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’yla ne yazık ki işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı, bu işi en düşük maliyetle ‘mış gibi yaparak’ yürütülmesi amaçlanarak işverenlerin insafına terk edilmiştir. İşverenler, işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetlerinin temel gücü olan işyeri hekimlerini ve iş güvenliği uzmanlarını OSGB’ler eliyle birer basit maliyet unsuru olarak görüyor ve alandaki sorunların derinleşmesine neden oluyorlar.
Bugün bu sorunların yanında işçi sağlığı alanını gelecekte nelerin beklediğini de konuşmak ve buna uygun politikalar geliştirmek zorundayız. Türkiye’de önümüzdeki on yıllarda çalışan nüfusun değişimine paralel olarak (çalışan nüfusun yaşlanması, kronik hastalıkların çalışan nüfus içinde yaygınlaşması, kadınların çalışma hayatına daha fazla katılımı, göçmen işçiliği, vb.) ortaya daha farklı işçi sağlığı ihtiyaçları ortaya çıkacaktır. Bu duruma hızla ve yetkin şekilde yanıt verebilecek, yeni iş yapma teknikleri ve organizasyonlarından kaynaklanan risklerle mücadele edebilecek, iş ve çalışma ortamlarını çalışanların fiziksel ve zihinsel kapasitelerine uygun hale getirecek bir işçi sağlığı politikasına ve işyeri hekimliği uzmanlık alanına ihtiyaç vardır.
Bir kez daha sesleniyoruz,
*Ücretlerimizi düşürmeyi, işçiye ve iş ortamını düzeltmeye ayırdığımız ve zaten yetersiz olan süreyi kısaltmayı aklınızdan dahi geçirmeyin. Tam aksine hizmet sürelerimizi arttırın,
* Mesleki bağımsızlığımızın, iş güvencemizin, özlük haklarımızın, çalışma koşullarımızın önündeki en büyük engel olan, kaderimizi patronların insafına terk eden politikaların değişmesi için meslek örgütümüz ile görüşerek, işçi sağlığı hizmetinin kamusallığını da göz önünde bulunduracak gerekli düzenlemeleri hayata geçirin,
*Meslek örgütümüz Türk Tabipleri Birliği’nin elinden aldığınız yetkileri iade edin,
Böylece sorunlarımızın çözümü noktasında bir başlangıç yapabilirsiniz. Böyle bir başlangıç biz işyeri hekimlerinin, iş güvenliği uzmanlarının, işyeri hemşirelerinin ve doğal olarak işçilerin yararına olacaktır.
Türk Tabipleri Birliği İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kol
İşyeri Hekimleri Derneği
6 Temmuzda Konya Şehir Hastanesi'nde görevi başında katledilen Dr. Ekrem Karakaya'yı anmak ve sağlıkta şiddeti lanetlemek için 7 Temmuz'da saat 12:00'de Samsun gazi Devlet Hastanesi'nde, 13:30'da OMÜ 3 nolu kapı önünde bir araya geldik.. Ardından 8 Temmuz'da Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi ana bina kapısı önünde haykırdık: ARTIK YETER! SAĞLIKTA ŞİDDET SONA ERSİN!
Ortak basın açıklamasını Samsun Tabip Odası adına başkan Dr. Ömer Faysal ÇADIR yaptılar:
Üzgünüz, Öfkeliyiz! Sorumlulardan Hesap Soracağız!
6 Temmuz 2022 tarihinde Konya Şehir Hastanesi’nde, görev yaptığı esnada hasta yakını tarafından uğradığı silahlı saldırı sonucunda katledilen Dr. Ekrem Karakaya’yı kaybetmenin derin üzüntüsü ve aynı zamanda öfkesi içindeyiz. Biz sağlık emek ve meslek örgütleri olarak; bu şiddet sarmalının genişlemesi karşısında siyasi iktidarı defalarca uyardık. Sağlıkta şiddetin münferit bir olgu olmadığını, bunun toplumsal ve politik bir sorun olduğunu, gerekçeleriyle birlikte tekrar tekrar ifade ettik. Sağlık kurumlarında meydana gelen silahlı saldırıların artışı nedeniyle bu konuda önlemler alınmasını ve 6136 sayılı yasada değişiklik yapılmasına ilişkin yasa teklifleri önerdik. Ancak tüm uyarılarımız görmezden gelindi, bilinçli bir yaklaşımla şiddetin kaynağı toplumsal bağlamından koparılarak sorun bireylere indirgendi.
Sorumlular bu durumu arada bir kınamak dışında bir adım atmadı. Kınamanın bir işe yaramadığı ve sağlıkta şiddet olgusunun çığırından çıktığının bakanlık da farkında olacak ki; sağlıkta şiddet istatistiklerinin yer aldığı “Beyaz Kod” verileri tüm ısrarlarımıza ve konuya dair dava açmamıza rağmen toplumla paylaşılmamaktadır.
Sorumluların bu yaklaşımı bugün yeniden bir cinayetle sonuçlandı. Ülkede artan şiddet iklimi, bizlerin sadece çalışma koşullarını bozmakla kalmamış, can güvenliğimizi de ortadan kaldırmıştır. Her anlamıyla tıkanan sağlık sisteminin tüm sorumluluğu hekimlerin ve sağlık emekçilerinin omuzlarına yıkılmakta, bu durum bizleri hedef haline getirmekte, sağlık alanında yürütülen politikalar bizlere, şiddet, ölüm, çaresizlik ve umutsuzluk olarak geri dönmektedir.
Bugün yeniden ve daha güçlü bir şekilde söylüyoruz: Sağlık emekçilerine en ufak bir zarar gelmesine tahammülümüz yoktur. Şiddet daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi, öngörülebilir ve önlenebilir toplumsal bir sorundur ve sorun çözmeye niyetli bütünlüklü politikalarla aşılabilecektir.
Güvenli çalışma alanı sağlamak siyasal iktidarın sorumluluğundadır. Sağlık Bakanı başta olmak üzere sorumluluğunu yerine getirmeyen yetkililer derhal istifa etmelidir. Bizler bu konuda, yaşam hakkımız ve güvenli çalışma koşulları için, gücümüzü; her yerde, her koşulda, hep birlikte göstermeye hazır olduğumuzu bir kere daha belirtiyoruz. Bu çerçevede bugün ve yarın ülke genelinde iş bırakıyoruz!
Dr. Ekrem Karakaya’nın ailesine ve tüm sevenlerine taziyelerimizi iletiyoruz. Şiddet karşısındaki taleplerimize kulak tıkayanlardan, söylemleri ve politikalarıyla şiddeti teşvik edenlerden mücadelemizi yükselterek hesap soracağımızı bir kez daha ifade ediyoruz.
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ SAMSUN TABİP ODASI
Sevgili Arkadaşlar Değerli Basın Mensupları
15 Haziran 2022 tarihinde tüm gün G(ö)REV hakkımızı kullanmak için Ülkenin her yerinde G(ö)rev’e çıkıyoruz.
TBMM gündemine getirilen hemen hiçbir, istek ve beklentimize cevap vermediğini düşündüğümüz yasa teklifine karşı tepkimizi göstermek,
sağlık alanında yaşanan çöküşün önüne geçmek,
hem özlük haklarımızı gerileten hem de yaşamlarımızı günden güne zorlaştıran uygulamalara dikkat çekmek amacıyla
yaptığımız eylemi bir basın açıklaması ile sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Bu Basın açıklaması;
Aile Hekimleri Dernekleri Fedarasyonu - AHEF
Aile Hekimleri Sendikası - AHESEN
BİRLİK DAYANIŞMA SENDİKASI
GENEL SAĞLIK-İŞ SENDİKASI
HEKİM BİRLİĞİ SENDİKASI
HEKİMSEN
Kamu Diş Hekimleri Derneği - KADHED
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası - SES
TABİP-SEN
Türk Diş Hekimleri Birliği – TDB
Türk Tabipleri Birliği - TTB adına yapılmaktadır
Basına ve Kamuoyuna duyurumuzdur
Bizler Emeğimizin Hakkını Aldığımız Sağlıklı bir Gelecek İçin G(ö)rev Başındayız.
Biz “ başka Kamil Furtun’lar Ersin Arslan’lar olmasın, yaşatmak için yaşamak istiyoruz” diyenler,
Biz, gecesi gündüzü olmayanlar
Biz, hastalandıran bir sağlık sistemine göz yummayan, toplum sağlıksızken nefes alamayanlar,
Biz, bu gördüğünüz binalarda sistemin tüm başarısızlığının altında bırakılanlar;
Biz, aylardır oyalama taktikleri ile yok sayılan, emeği hiçleştirilen, mesleği değersizleştirilenler,
Biz, KHK ve güvenlik soruşturmalarıyla, Aile hekimliği ceza yönetmeliğiyle baskı altına alınmaya çalışılanlar,
Tüm bu olumsuzluklara rağmen;
Biz “ giderlerse gitsinler”e boyun eğmeyenler;
Mesleğinin beyazını karanlığa ışık yapanlar;
Emek bizim, söz bizim diyoruz.
Uzun mesailerde, yorucu nöbetlerde,
kışkırttığınız sağlık taleplerine yanıt vermeye çalışan emeğin sahibi olarak BİZLER, milyonlar;
Yoksulluk sınırı altı ödemelere,
Bizleri ölümüne çalıştıranlara,
Sağlıkta şiddet üretenlere karşı sözümüz var diyoruz.
Yeni yasa teklifiyle yeniden farkına vardığınız gibi
Meclis’te, ekranlarda yürüttüğünüz senaryolarınız;
hem bizlerin hem de toplumun gözünde artık hükümsüzdür.
Aylar süren oyalamanın ardından, yeni yasa teklifiyle emeğimizle yeniden alay ettiniz.
Bizler emekliliğe yansıyacak temel ücret artışı talep ederken,
nitelikli şekilde ve baskı altında olmadan çalışabilmemiz için yeterli süre ve olanaklar,
sağlıkta şiddetten arındırılmış çalışma alanları,
toplumun daha az hastalanması için koruyucu sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesini isterken;
sizlerin bize reva gördüğü,
performansa dayalı ödeme sistemini dayatmak,
emeğimiz için ayrılması gereken bütçeyi Şehir hastanelerine kira ve hizmet bedeli olarak gömmek oldu.
Sizin bizlere dayattığınız sağlıksızlığa karşı bizler;
Bu gidişatı değiştirmek, sağlıklı bir gelecek kurmak için birlikteyiz.
Bugünkü G(ö)REV eylemimiz son değil.
BU bir itiraz !!
Mecliste yürütülen senaryoyu reddediştir.
Hakkımız olanı alana kadar hep birlikte,
sağlıksız politikalarınızın ve emek gaspınızın karşısında olmaya tüm gücümüzle devam edeceğiz.
Tüm Türkiye’de hakları için, mesleğinin onuru için
biraraya gelen milyonlar olarak biliyoruz ki
emeğimizin hakkını aldığımız, sağlıklı bir geleceği birlikte inşa edeceğiz.
Emek Bizim Söz Bizim
Değerli Basın Mensupları
Hepinizi Saygıyla Selamlıyoruz.
29 Mayıs 2022 Pazar günü Ankara’da Türk Tabipleri Birliği çağrısıyla oluşturulan sağlık emek örgütleriyle birlikte “EMEK BİZİM SÖZ BİZİM, SAĞLIK HEPİMİZİN” mitingine gidiyoruz. Orada söyleyecek sözlerimiz var.
“Sağlık reformu yaptık, kuyrukları kaldırdık, herkes çok iyi hizmet alıyor” diyorlar.
Oysa, hastalar günlerce, haftalarca telefonla randevu alamıyor. Aldığında ise 5 dakikadan fazla muayene odasında kalamıyor.
“Bütün hastaneleri vatandaşlara açtık, isteyen istediği hastaneye gidiyor” diyorlar.
Fakat, özel hastanelerin kapısının önünden geçmek bile cesaret istiyor.
“Nüfusun tamamı Genel Sağlık Sigortası kapsamında” dediler.
Ama, sağlık hizmetleri ve harcamalarının tamamını Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamına almadılar.
TÜİK verilerine göre bile 2020’de Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) nun yapmış olduğu 128 milyar TL’lik sağlık harcamasına karşı hane halkı sağlık harcamaları 40 milyar TL’yi aştı.
“Devletin cebinden tek kuruş harcamadan hastane kuruyoruz” dediler.
Yaptırdıkları hastanelere 2022 yılı için ayrılan bütçe 21 milyar TL’den fazla.
“Şehir Hastanesi yapıyoruz” diyorlar.
Merkezdeki bütün hastaneleri kapatıp şehrin kilometrelerce dışında “rant hastaneleri “ açıyorlar.
“Salgına en hazırlıklı ülkeyiz” dediler.
Korona’dan ölen canlarımızın sayısı resmi rakamlara göre bile 100 bini aştı.
“Salgın mücadelesinde en başarılı ülkelerdeniz” diyorlar.
Yürütülen yanlış politikalar ,le sağlık kurumları tıkandı, vatandaş bugün 3-6 ay sonrasına ancak randevu alabiliyor.
Sözün Özü; Sağlık Sistemi çöktü!
Vatandaşlar, hastalar ve biz sağlık emekçileri hep birlikte bu çöküşün altında eziliyoruz.
Yanlış ekonomi politikalarının bedelini her gün daha da yoksullaşan hayatlarımızla; başarısız yanlış ve tutarsız sağlık politikalarının bedelini canlarımızla ödüyoruz.
Biz sağlıklı bir toplum için bu mesleği seçenler; “ Bu sistem hastalık, sağlıksızlık ve ölüm üretiyor” diyoruz.
“Sağlıkta özelleştirmeci, piyasacı politikalara karşı, halk sağlığını önceleyen toplumsal bir sağlık sistemi için, “Hem emeğimiz hem de halkın sağlığı için sözümüz var” diyor, 29 Mayıs “Emek bizim Söz Bizim, Sağlık Hepimizin” mitinginde buluşuyoruz.
BU MÜCADELE HEPİMİZİN
BİZİM İÇİN; SİZİN İÇİN; HEPİMİZ İÇİN
29 MAYIS’TA ANKARA’YA BEYAZ MİTİNGE GİDİYORUZ
*****
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ SAMSUN TABİP ODASI
TÜRK DİŞ HEKİMLERİ BİRLİĞİ SAMSUN ŞUBESİ
SAĞLIK VE SOSYAL HİZMET EMEKÇİLERİ SENDİKASI SAMSUN ŞUBESİ
SOSYAL HİZMET UZMANLARI DERNEĞİ SAMSUN ŞUBESİ
TARIM ORMANCILIK HİZMET KOLU KAMU EMEKÇİLERİ SENDİKASI SAMSUN ŞUBESİ
Bir salgın tüm dünyanın yapısını, alışkanlıklarımızı, geleneklerimizi kısacası tüm ezberimizi bozdu. Sağlığın dünyada var olan her şeyden daha önemli olduğunu hatırlattı bize. Aynı zamanda hayatını tıbba adamış hekimlerin ve sağlık çalışanlarının değerini anlamamıza bir kez daha vesile oldu. Bunun farkına varan ve minnetini göstermek isteyen halk, sağlık çalışanlarını alkışladı. Mecliste sağlıkta şiddete karşı önlemleri de içeren bir kanun değişikliği yapıldı.
Tüm bunlar bizi umutlandırdı. Yıllardır itibarsızlaştırılmaya çalışılan hekimliğin hakkının bir nebze de olsa verilebileceği ümidi doğdu.
Ama yine yanıldık. Bir çok meslektaşımızı bu salgın savaşında kaybetmemize rağmen pratikte sağlıkta şiddet konusunda değişen hiçbir şey olmadığını gördük.
Bugün Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesinde görevli Plastik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Murat Sinan Engin, bir hastasının vefat haberini verirken hasta yakınları tarafından maalesef sözel ve fiziksel şiddete uğradı.
Bugüne kadar izlenen politikalar sağlıkta şiddeti önlemekten ziyade teşvik etmiştir. Biz sağlıkta şiddetin kanıksanmasına izin vermeyeceğiz. Hekimlik mesleğinin itibarsızlaştırılmasına izin vermeyeceğiz.
Kendi hayatları pahasına salgında ön safta savaşan, toplum sağlığını korumaya çalışan hekimlerin güvenliğini sağlamak bu devletin en önemli sorumluluğudur. Yetkililerden bu sorumluluklarını yerine getirmelerini istiyoruz. Sağlıkta şiddeti önleyici kanunların pratiğe yansımasını istiyoruz.
Değerli meslektaşımız Doç. Dr. Murat Sinan Engin’e geçmiş olsun diyoruz. Samsun tabip Odası olarak bu olayın takipçisi ve her türlü hukuki destekle de meslektaşımızın yanında olacağımızın bilinmesini istiyoruz.
Samsun Tabip Odası Yönetim Kurulu
30.07.2018
BASIN AÇIKLAMASI
Giresun’da 27 Temmuz 2018 Cuma günü bir hasta yakını yanında hasta olmadan evdeki hastası için ilaç yazdırmak istemiş, kanunlara göre suç olan bu işlemi yapmayan hekimin çalışmasını aksatacak şekilde ısrarcı olması üzerine hekim talimatlara ve prosedürlere uygun bir biçimde ‘Beyaz Kod’ vermiş, bunun sonucunda olay yerine gelen polis ekibine de direnen hasta yakını müdahale sırasında kalp krizi geçirmiş ve vefat etmiştir.
Bugün twitterda Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca tarafından soruşturma başlatıldığı ve soruşturmanın selameti açısından hekimin açığa alındığı bildirilmiştir.
Sayın Sağlık Bakanı’na şunları sormak istiyoruz?
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hiç kimse hukuktan üstün değildir. Kanunları bilmeyen, sağlık işleyişini bilmeyen medya ve toplum tarafından sanki hekim suç işlemiş gibi yaratılan algıya paralel olarak Sağlık Bakanlığınca hekim arkadaşımızın açığa alınmasını kanunlara aykırı bir davranış olarak değerlendiriyoruz. Toplum ve medya kanunlar ve sağlık işleyişi hakkında bilgilendirileceğine tam tersine kanunları uygulayan hekimin suçlu gibi açığa alınmasını doğru bulmuyoruz ve bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Sağlık Bakanlığı’nı hukuka uygun hareket etmeye davet ediyoruz. Dr. Özlem Yağdıran görevine iade edilmelidir.
Basına ve Kamuoyuna,
Yaşadığımız şehrimiz ve ülkemiz neredeyse her gün şahit olduğumuz şiddet haberleriyle uyanıyor. Şiddet toplumun her alanında kendini sarsıcı şekilde ve giderek artan bir ivmeyle gösteriyor.
Şiddet olaylarının her türünün bizleri ve toplumumuzu derinden yaraladığını ve güvensizlik ortamı yarattığını gözlemliyoruz.
Sağlık alanında yaşanan şiddet ise diğer şiddet olgularının yanında başka bir nitelik gösteriyor. Şöyle ki her gün Sağlık Bakanlığı Beyaz kod verileri dikkate alındığında 31 sağlık çalışanının şiddete maruz kaldığını görüyoruz. Bütün meslek guruplarını dikkate aldığımızda sağlık alanında yaşanan şiddet diğer meslek guruplarına göre 16 kat daha fazla yaşanıyor. Özellikle ikibinli yıların ardından bilhassa sağlıkta dönüşüm programı ile sağlık hizmet alanındaki en belirgin değişim şiddet olgularında gerçekleşmiştir.
Son yaşanan hadisede özel bir hastane acil servisinde görev yapan bir meslektaşımız görevi başındayken şiddete maruz kalmış, bu saldırı sonucunda kolu kırılmış ve yüzünde ve vücudunun pek çok yerinde lezyonlar oluşmuştur. Saldırganların meslektaşlarımızı darp etmeden önce Tıp Fakültesi Hastanesi, darp ettikten sonra da yine özel bir hastanede saldırgan tavırlarını sergileyebilmiş olmaları üzücü, endişe verici ve düşündürücüdür.
Samsun Tabip Odası olarak olayın gerçekleştiği saatten itibaren müdahil olunmuş meslektaşımızla görüşülüp süreçle ilgili girişimler başlatılmıştır. Bu bağlamda saldırganlardan üçü önce gözaltına alınmış biri daha öncen infazı olduğu için tutuklanarak cezaevine sev edilmiş diğer ikisi de ifadesi alındıktan sonra nöbetçi savcı tarafından ne yazık ki serbest bırakılmıştır. Yasal anlamda tutuklama kararı gerektiği halde gereğinin yapılmaması üzerine başsavcılık düzeyinde gerekli girişimlerde bulunularak yasal sürecin olması gerektiği gibi işlemesi sağlanmıştır. Samsun Tabip Odası Avukatı vasıtasıyla davaya müdahil olunmuştur.Süreç yakından takip edilmektedir. Bilhassa konuya hassasiyet gösteren ve harekete geçen Samsun başsavcısına tüm meslektaşlarım adına teşekkürlerimi sunuyorum.
Yaşanan olay sağlık camiasında ve toplumun çok değişik katmanlarında infial oluşturmuştur. Toplumsal, kurumsal hareketlilik ve sahiplenme gerçekleşmiştir. Samsun Tabip Odası’nın müdahale refleksi ve kararlılığının yöneticilerde daha dinamik bir hal oluşturduğunu görmekten büyük mutluluk duyuyoruz. Bunun neticesinde gerek sosyal medya gerekse bizzat tepkilerini sunan ve destek veren herkese yine tüm meslektaşlarım adına teşekkürlerimi sunarım.
Diğer taraftan Sağlık Bakanlığı tarafında da olaya ilişkin açıklama yapılmış özellikle saldırganların yeniden gözaltına alınması hususunda adli merciler üzerinden girişmelerin yapıldığı ifade edilmiştir. Sağlık bakanlığı ve temsilcilerine de teşekkürlerimizi iletiyoruz. Ancak günde ortalama 30 şiddet vakasının yaşandığı gerçeğiyle bakanlığımızın her olguya girişimde bulunmasını beklemektense acilen sağlıkta şiddet yasasının çıkması gerekliliğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Sağlık bakanlığı bir icra kuruludur, önleyici tedbirleri oluşturacak ve uygulayacak olanağa ve iradeye sahiptir. İki yıldır defalarca görüşme taleplerimize henüz yanıt vermeyen sayın sağlık bakanımızla bu olay vesilesiyle görüşmeye ve katkılarımızı sunmaya hazır olduğumuzu buradan bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Bu bağlamda Mart 2017 de Türk Tabipleri Birliği tarafından hazırlanmış olan TCK na ek olarak sunduğumuz “Sağlıkta Şiddet Yasa tasarısının” derhal çıkarılması gerektiğini yeniden hatırlatıyoruz. Aksi takdirde bu tasarının yasalaşmadığı her gün yaşanacak şiddet olaylarından gereğini yapmayanlar sorumlu olacaktır.
Diğer taraftan hekimlere ve sağlık çalışanlara toplumsal sahiplenmenin daha da güçlenerek artacağına inanıyoruz. Bizler yaşatmaya çalışan bir mesleğin üyeleriyiz. Yaşatmak için canımızı dişimize takarak çalışırken huzurlu, güvenli ve özgürce görevimizi yapmak istiyoruz. Hayat verdiklerimize, sağlık sunduklarımızla mutlanıyor, kaybettiklerimizle her seferinde kederleniyoruz. Hastalarımızla birlikte biz hayatımız boyunca binlerce kez hayata tutunuyoruz, binlerce kez de ölüyoruz. Bu duyguyu yaşamayan anlayamaz.
Türk Tabipleri Birliği Samsun Tabip Odası olarak meslektaşlarımızın ve tüm sağlık çalışanlarının kılına bile zarar gelmemesi için çalışmaya devam edeceğiz, kararlıyız.
Samsun Tabip Odası olarak buradan tekrar ifade etmek isteriz. “Hekimler yalnız değildir, hekimler sahipsiz değildir.”
Saldırıya uğrayan meslektaşımıza yeniden geçmiş olsun diyor, olayın her aşamada olduğu gibi bundan sonrasında da takipçisi olacağımızı ifade ediyor, saygılarımızı sunuyoruz.
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
Filistin Halkına Karşı Gerçekleştirilen Katliamı Lanetliyoruz
Basına ve kamuoyuna
15.05.2018
ABD, Ortadoğu’da çözümsüzlüğü dayatarak çatışmaları artıran, provokasyonlarla halkları birbirine kırdırmak isteyen emperyalist politikalarının bir sonucu olarak, Kudüs’ün tamamını “İsrail’in başkenti” olarak tanıyıp büyükelçiliğini resmen Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıştır. Bu durumu protesto eden Filistinlilere karşı İsrail tarafından gerçek mermilerle gerçekleştirilen saldırılar sonucunda, aralarında çocukların da olduğu 58 kişi hayatını kaybetmiş, en az 2700 Filistinli yaralanmıştır. İsrail devletininin saldırıları derhal son bulmalı; sorumlular uluslararası mahkemelerde yargılanarak hesap vermelidir.
Filistin’de, Ortadoğu’da ve tüm dünyada adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşamın kurulması insanlığın ortak sorumluluğudur. İnsanlığa karşı suç işleyen İsrail devleti yayılmacı politikalarından vazgeçmeli, işgal ettiği topraklardan çekilmelidir. Filistinli mültecilerin kendi topraklarına dönüşleri sağlanmalıdır.
ABD’nin kışkırtıcı politikaları sonucunda, İsrail devletinin Filistinlilere karşı barışçıl gösterilerileri bastırmak amacıyla gerçekleştirdiği katliamı lanetliyor, Filistin halkının yanında olduğumuzu bildiriyoruz. Filistin halkının meşru talepleri karşılanmalı; Filistin ve İsrail halklarının bir arada, barış içinde yaşamaları için gerekli her türlü çaba gösterilmelidir.
Samsun Tabip Odası
Basına ve Kamuoyuna,
Aşı Yaşamdır. Toplum Sağlığı Riske Atılamaz!
Koruyucu sağlık hizmetleri içinde insanlık tarihinin en büyük kazanımlarından birisi olan “aşı” konusunda yürütülen tartışmaları kaygı ile izlemekteyiz. Kaygı verici diğer bir nokta, kamu sağlık otoritesi olarak Sağlık Bakanlığı’nın aşılarla ilgili kesin bir politika belirlememesi, tartışmaları sonlandıracak yasal bir düzenleme yapmaktan kaçınmasıdır. Bu tablonun üzerinde popülist bir şekilde, meslek ilkelerini hiçe sayan, toplum sağlığına karşı sorumsuzca açıklamalar yapılması, aşılar konusundaki haksız ve yersiz bir tartışmaya yol açmaktadır.
Aşılar ile ilgili yürütülen tartışmalar, bilimsel bir zemine sahip olmadığı gibi, insan sağlığı açısından bütüncül yaklaşımı da göz ardı etmektedir. Geçtiğimiz dönem aşılardaki cıva, alüminyum gibi koruyucu maddeler ile otizm arasındaki ilişki çokça dile getirilmesine karşın, bilimsel olarak böyle bir ilişkinin olmadığı artık çok açık ve nettir. Aşılar ve otizm arasında ilişki olduğunu iddia eden ve tüm bu tartışmalarda kaynak olarak gösterilen 12 vakada yapılan bir çalışma, yayımlandığı dergi tarafından “etik dışı uygulamalar ve sonuçların çarptırılması” nedeniyle yayından kaldırılmıştır.
Aşının insanlığa sağladığı yararından çok bilimsel olmayan söylemlerle zararlarını ön plana çıkarmaya çalışanlara, günümüzde artan çevre kirliliğinin insan sağlığı için daha büyük bir tehdit oluşturduğunu hatırlatmakta fayda görüyoruz. Yanı başımızda her dakika milyonlarca metreküp cıva, kurşun, alüminyum ve diğer pek çok kimyasal maddeyi yayan sanayi bacalarını, market raflarında gıda olarak tükettiğimiz ürünleri saran renkli, gösterişli paketlerin içerdiği alüminyum miktarlarını, bugün hemen her sokakta kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılan ve/veya yapılan inşaatlardan havaya karışan tozları görmezden gelerek, halkın sağlığı için en önemli araçlarımızdan biri olan aşıların içindeki alüminyuma işaret etmek, bu ülkenin insanlarına ve gelecek nesillere yapılan bir haksızlıktır. Hekimler hastalarını bilgilendirirken, verdikleri bilginin bilimsel dayanaklarından emin olmalıdır. Eksik ya da hatalı bir bilgilenmenin yaratacağı sonuçların sorumluluğu da kendilerine aittir. Toplumun aşı ile ilgili sorularına akılcı yanıtlar üretmek, bu yanıtları en güncel bilimsel birikime dayandırmak ve bu şekilde var olan bilgi kirliliğini ortadan kaldırmak hekimlerin toplumsal sorumluluğudur.
Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki bir ülkede bağışıklama hizmetleri iyi yürütülmezse o ülkede erken ölümler artar, ortalama yaşam süresi kısalır. Bebekliğinde kızamıktan, doğumda ya da fabrikada çalışırken tetanosdan, yaşlılığında gripten ve buna bağlı zatürreden ölen insan sayısı artar. Aşılama hizmetlerinin toplum sağlığı açısından değerini çok iyi bilen birinci basamak sağlık çalışanları, aşıya karşı oluşan bu direnç karşısında hekimlik uygulamaları açısından zorluklar yaşamaktadırlar.
Ülkemizde yakın geçmişte Sağlık Bakanlığı tüm bebek, çocuk, kadın ve yaşlıların aşılanması için ülkenin her yanına sağlık ocakları kurmuş; hekim, ebe ve hemşireler en ücra dağ köylerindeki bebeklere bile ulaşabilmek için özveriyle çalışmış; inanılmaz bir maddi kaynak dünyadaki en kapsamlı aşı takviminin uygulanmasına aktarılmıştır. Böyle bir çabanın göz ardı edilmesi ve çağdaş tıbbi uygulamaların gerisine düşerek toplum sağlığını riske atan gelişmelere izin verilmesi kabul edilemez.
TTB Samsun Tabip Odası olarak olarak aşı konusunda, Sağlık Bakanlığı’nı en kısa zamanda sorumluluklarını yerine getirmeye ve medya kuruluşlarını da bilimsel tıbbi bilgileri temel alan bir tutum içinde olmaya davet ediyoruz.
Saygılarımızla.
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve Kamuoyuna,
Türkiye Diyanet Vakfı sitesinde “sözlük mahiyetindeki eser, öğrenciler, din görevlileri ve temel dini kavramları öğrenmek isteyen kişiler için bir kaynak niteliğindedir” ifadesiyle tanıtımı yapılan bu sözlükte yer alan, kız çocuklarının çocuk yaşta evlenmelerine onay veren ve toplumda büyük bir tepkiye neden olan ifadeler nedeniyle Türk Tabipleri Birliği Samsun Tabip Odası olarak gereği aşağıdaki açıklamayı kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Aralarında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin de yer aldığı pek çok uluslararası belgede, 0-18 yaşında olanlar “çocuk” olarak tanımlanmaktadır. Taraf devletler açısından bağlayıcı yasal yaptırımlar içeren söz konusu belgeler; başta devletin ilgili kurumları, hukuk, sağlık ve eğitimden sorumlu meslek grupları ve ebeveynler olmak üzere, çocukların içinde yer aldığı erişkin toplumunun tüm kesimlerini çocuklara karşı sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlü kılmaktadır.
Toplumumuzda kız çocuklarının çocuk kabul edilen yaşta, kendilerinden oldukça büyük erkeklerle evlilikleri, var olan evliliklerin yaklaşık olarak üçte birini oluşturmaktadır. Erken yaşta evlendirilen kız çocukları kendilerini geliştirme koşul ve olanaklarından yoksun bırakılarak, yerine getirmekte zorlanacağı birçok sorumlulukla karşı karşıya kalmaktadır. Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi, yaşamının sonraki dönemlerinde de olumsuz etkilerinin sürdüğü çocuğa yönelik bir cinsel istismarı içermektedir. Bu tür evlilikler, eğitim hakkının engellenmesi gibi, çocuk haklarının ihlaline neden olmaktadır. Çocukların erken yaşta sosyal çevrelerinden soyutlanmasını getirerek sosyal becerilerin edinilmesini güçleştirmektedir. Çocuk yaşta evlenen kız çocuklarının maruz kaldığı aile içi fiziksel ve cinsel şiddetin, erişkin yaştaki evliliklere göre daha yüksek oranda görüldüğü bilinmektedir. Çocuk yaşta evlenme ve anne olma, çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Çocuk yaşta evlenen kız çocuklarında, erişkin yaşamda evlenenlere göre, istenmeyen gebelikler daha yüksek oranda görülmekte, erken ve zor doğum riskinin daha yüksek olduğu bildirilmektedir. Çocuk yaşta evlilik bir çocuğun hayatının çalınması, geleceğinin karartılmasıdır.
Doğumdan 18 yaşına kadar gelişimlerinin çeşitli evrelerinde çocukların bakımı, zarardan korunması, çıkarlarının savunulması ve birer erişkin olarak yetiştirilmeleri konusunda çaba gösterilmesi, erişkin toplumunun yasal ve ahlaki sorumluluğudur.
Çocukların korunması, haklarına saygı gösterilmesi, biyolojik ve toplumsal gelişimlerinin gereksinimleri doğrultusunda desteklenmesine ilişkin bilimsel araştırma sonuçları evrensel düzeyde kabul görmüşken ve ahlaki bir yükümlülük olarak tanımlanmışken, çocuk yaşta evliliği özendiren dinsel kaynaklı söylemlerin devlet kurumlarınca kamuoyu gündemine getirilmesi, kişinin sağlıklı yaşam hakkını engelleyecek ve toplumsal yaşamı derinden etkileyecek sonuçlar doğuracaktır.
Çocuk yaşlarındaki bir kız çocuğunun evlilik gibi ağır sorumluluk gerektiren, yaşam ve sağlık açısından büyük riskler taşıyan, bir insan olarak eğitimini ve toplumsal gelişimini engelleyen, gelecek umutlarını ortadan kaldıran bir sürece hapsedilmesinin, mutsuzluğa ve ileride telafisi zor sorunlara yol açacağı açıktır.
Henüz ergenlik döneminin başlangıcındaki kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmelerine yönelik her tür söylem ve girişim, toplumun çocuklara karşı ahlaki sorumlulukları açısından asla onaylanmayacak bir durum, yasal açıdan da altına imza atılan çocuk ve kadın haklarına ilişkin sözleşmelere aykırılık nedeniyle bir suçtur ve bu suçu işleyenlere karşı yasal yaptırımlar uygulanmalıdır.
Devlet kurumlarını ve toplumun erişkin olan tüm kesimlerini, başta kız çocukları olmak üzere çocuklara karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye, çocukların bedensel, ruhsal ve sosyal açıdan korunmasız durumlarını istismar eden, onlara karşı suç işlemek anlamına gelen söylem ve girişimlere son vermeye çağırıyoruz
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
25.11.2017
Basına ve Kamuoyuna,
Ne yazık ki bir kez daha üzücü bir şiddet olayıyla karşı karşıyayız. Eğitim Araştırma Hastanesi Acil Servisinde hizmet vermekte olan iki meslektaşımız hasta yakınları tarafından darp edilmekten kurtulamamıştır.
Yıllardır, aylardır, günlerdir “Sağlıkta şiddete karşı kalıcı çözüm üretilmelidir..” diye haykırıyoruz. Çalışma koşulları ve sağlık ortamının geldiği nokta bizleri artık çalışamaz hale getirmiştir. Sağlık uygulanan yanlış politikalar, üstüne üstlük bugüne kadar kullanılan olumsuz ifadeler şiddeti körüklemiş ve bizleri her gün kötü bir haber alacağımız endişesiyle yaşamaya mahkûm etmiştir. Sağlıkta dönüşümle beraber halkımızın sağlığa ve sağlık hizmeti veren hekimlere dönük bakışı saygı, sevgi, anlayış ilişkisi yerine öfke, tepki ve şiddet şekline dönüşmüştür.
Her gün yaşanan olaylarla artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Sağlığı yönetenlerin şiddete karşılık çözüm arayışları yerine günü geçiştirme çabaları bizleri kahretmektedir. Bunda sağlığı yönetenlerin sorumluluğu da büyüktür. Artık sorumluluğu olanların ortaya çıkıp siyasi kaygılarını bir kenara bırakıp gereken önlemleri alması kaçınılmaz hal almıştır.
Biz Türk Tabipleri Birliği Samsun Tabip Odası olarak şiddete yönelik sesimizi olabildiğince duyurmaya çalışıyoruz ve sağlıkta şiddetin önlenmesi adına idareyle birlikte her türlü çalışmaya hazırız, yeter ki içten ve gerçekçi bir yaklaşım sunulsun. Daha yeni Samsun Milletvekillerine yazdığımız mektup ortadadır.
Şiddete uğrayan meslektaşlarıma geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, konunun takipçi olacağımızı buradan bir kez daha ilan ediyoruz.
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve Kamuoyuna,
İntihar, önlenebilecek bir davranıştır. Toplumda insanların intihara eğilimini artıran etkenlerin belirlenerek ortadan kaldırılması, ”birincil düzey önleme” hedefi olarak belirlenir. Tıbbın her alanında olduğu gibi, birincil önleme toplum düzeyinde de uygulanır ve bir hastalık ya da belirtinin ortaya çıkmasının engellenmesi en etkin yaklaşımdır.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2015 yılında Türkiye’de 3000’den fazla kişi intihar ederek hayatını kaybetmiştir. İntihar girişimlerinin ise bu sayının yaklaşık 20 katı olduğu tahmin edilmektedir.
Tüm bu veriler intiharın zaten günümüzde önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu açıkça göstermektedir.
Son günlerde bu önemli halk sağlığı sorununa bir başka boyut daha eklenmiştir. Adana’da Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Asistanı Dr. Ece Ceyda Güdemek, Batman Bölge Devlet Hastanesi'nde görevli Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Engin Karakuş, İstanbul’da tıp öğrencisi Yağmur Çavuşoğlu, aynı gün yaşamlarına son vermiştir. Ve yaşamını yitiren iki hekim de intihar notlarında ağır çalışma koşullarını dile getirmiştir
Ülkemizde 14 yıldır uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı, sağlık sistemini piyasaya teslim ederek hekimlerin çalışma koşullarını bozmakta, özlük haklarını elinden alıp hekimlik değerlerini aşındırmaktadır.
Hekimlerin tüm karşı durma çabalarına rağmen, performansa dayalı ücretlendirme yöntemi, hekimliği piyasa koşullarına sürükleyerek hekimlik uygulamalarını tartışılır hale getirmiştir. Mevcut sağlık politikaları, hekimlerin iş güvencelerini ortadan kaldırmıştır. Sağlık alanında uygulanan sözleşmeli, esnek ve taşeron çalışma biçimleri mesleki değerlerimizin aşınmasının diğer nedenleridir.
İş güvencesi, iyi hekimlik yapmanın önde gelen koşullarındandır. İş güvencesi olmayan bir hekim, özgür olamaz ve hekimliğini icra ederken kendini baskı altında hisseder.
Hekimlerin büyük bir bölümü haftalık çalışma saatlerinin çok üzerinde çalışmaktadır. Asistan hekimler açısından bu durum, daha da büyük bir sorun haline gelmiştir;36 saat çalışma 12 saat dinlenme...
Hekimler açısından, yaşadıkları mesleki sorunları paylaşma ve çözüm üretme olanağı vermesi açısından son derece önemli olan ortak mekanlar, dinlenme odaları ortadan kaldırılmıştır.
"Uyku yok, dinlenmek yok; üstüne üstlük bu çabanıza saygı yok!
Hastadan ayrı, hasta yakınından ayrı saldırı, hakaret geliyor; ardınızda duran yok...
Angarya ne kadar iş varsa koşturuluyorsunuz; köle gibi çalıştırılıyorsunuz, yemeyi içmeyi hatta çişe gitmeyi unutuyorsunuz, bir de üstlerinizden hakaret, mobbing vesaire geliyor..."
Hastalarımıza sağlıklı yaşam önerilerinde bulunurken, bizler de sağlıklı koşullarda hizmet vermek istiyoruz.
Ama bir bakıyoruz, insan yaşamının sorumluluğunu üstlenerek, onurla sürdürdüğümüz meslek hayatımızda, bizlerden; yoğun ve yorucu koşullarda, uzun saatler çalışmanın ve mesleğimizi uygularken yaşadığımız duygusal-fiziksel yüklenmenin getirdiği yıpranmayla ve şiddete uğrama riski altında çalışmamız isteniyor. Güvencesizlikle yaratılan geleceğe ilişkin belirsizlik, uzayan atama süreçleri, ihraç edilme, güvenlik soruşturmalarının olumsuz çıkması gibi olumsuz beklentiler ve endişe içinde yaşamamız bekleniyor.
Umut dolu bir gelecek için yıllarını verdiği zorlu sınavlar ve eğitimlerden sonra kendini, yaşamını bu mesleğe adayan ve mesleğini yaşamıyla bir tutan bizler, işlemeyen bir adalet algısı, düzelmeyen olumsuz çalışma koşulları, baskıcı uygulamalarla tükenmişlik yaşamaktayız.
Yıllardır yaşadığımız koşulların, toplumda algılananın tam da aksine zorluğunu, sorunluluğunu yazılı ve sözlü anlatmaya çalıştık; anlaşılmadı.
Şimdi ise hekimler “ölerek” bir mesaj vermeye çalışıyorlar.
İçinde bulunduğumuz durumun vahameti daha nasıl anlatılabilir ki?..
“Bu sistem yanlış! Yorgunuz, eziliyoruz, ölüyoruz işte!"
Başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere tüm yetkilileri, meslektaşlarımızın çığlığını duymaya, hayatlarını sonlandırmaya götüren koşullara ilgisiz kalmamaya davet ediyoruz. Geleceğimize sahip çıkıyor, tüm hekim arkadaşlarımızı bu zor günlerde birlikte olmaya, dayanışmaya ve bu olumsuz gidişi değiştirmeye davet ediyoruz.
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve kamuoyuna,
Ülkemiz son 16 günününe girdiğimiz bir halk oylaması sürecinde ilerlerken Samsun Tabip Odası olarak bu sürecin en başından beri ifade ettiğimiz gibi kendi gözlem ve değerlendirmelerimizi kamuoyuyla paylaşmaya devam etmek istiyoruz.
En başındaki gözlemimiz halk oylaması sürecinin sağlıklı yürümediği ve sonucunun da sağlıklı olmayacağıyla ilgili tespitimizdi. Bunu; ‘yapılan anayasa değişikliğiyle ilgili toplumun yeterince bilgilendirilmediği, konunun içeriğinin toplumun bilgisinden kaçırıldığı ve geleceğimiz açısından hayati sayılabilecek bir referandum sürecinin daha “Evet” ve “Hayır” arasına sıkışmış basitlikte götürülmek istenmesi’ değerlendirmemiz üzerine yapmıştık.
Bu tespitlerimiz üzerinden geçen 15 günlük süre içerisinde yapmış olduğumuz ziyaretler sonucunda binin üzerinde kişiyle görüşmede, sürecin konu esas içeriğinden uzaklaştırılarak adeta bir siyasi çekişmeye dönüştüğünü üzülerek gözlemliyoruz. En başında ne yazık ki TBMM de uzlaşı yoluna gidilmeden kavgalarla nihayetinde zorlayarak halkın önüne getirilen ardından yine sürekli gerginlik yaratılmak suretiyle yürütülen halk oylaması sürecinde gerginliğin, çekişmenin olmaması zaten kaçınılmazdır.
Bu süreçteki bazı gözlemlerimiz ise:
Siyasetle halk oylaması konusunun birbirinden ayrılamadığı,
Bununla birlikte toplumun her kesimine eşit mesafede olması gereken kamu yada özel kurumların aksine davrandığı, hatta bunda yarıştığı,
Halk oylaması sürecinde resmi ya da özel televizyon, gazete ve diğer yollardan Evet’i savunanların Hayır’ı savunanlara göre 20 kat daha fazla zaman kullanabildiği, yayın organlarının bu konuda baskı altında tutulduğu hissi oluştuğu,
Evet ve Hayır’ı savunan siyasi tarafların arasında olması gereken bir halk oylaması yarışında, aslında tarafsızlığını koruması gereken Sayın Cumhurbaşkanının kendi konumunu ve olanaklarını da kullanmak suretiyle Evet’i savunan kesimden çok daha belirgin şekilde öne çıktığı, bunun da demokratik sürece engel anlamına geldiği,
Hayır ile ilgili bilimsel, akla, mantığa uyan karşılıklar varken Evet’e ilişkin bu yönde bir gözlem yapılamadığı, bunda da hayır seçeneğinin içerik olarak aktarılabildiği ancak Evet’in yeterince anlatılamadığı ve içeriğinden bağımsız daha çok kişiler ve siyaset üzerinden savunulduğu,
Her kesimden toplumun yaşanan süreçten ötürü hoşnutsuz olduğu, giderek daha fazla kutuplaştığı, kendini ifade etmekten çekindiği hatta korktuğu, geleceğe dönük belirsizlik duygusunun arttığı,
İktidarın, toplumun geleceğine ilişkin referandum tercihini zaman zaman bir tehdit unsuru gibi kullandığı, diğer tercih tarafında olanları farklı suçlamalara maruz bıraktığıdır.
Yukarıda aktardığımız ve sahaçalışmalarımız neticesinde tespitlerimizin başlıklarını değerlendirdiğimizde, halk oylaması sürecinin toplumu 16 Nisan’dan sonra da sağlıksız bir sürece götürebileceği yönündedir.
Geride kalan sürede gerginliğin azaltılması, bağımsız olması gereken kurum ve kişilerin kendi pozisyonlarına çekilmesi, toplum önderlerinin barışçıl yaklaşımlar sunması sürecin en az zararla atlatılmasında faydalı olacaktır.
Sağlıkta Şiddet n e yazık ki devam ediyor…
29 Mart Çarşamba günü Aksaray'ın Eskil ilçesi Bozcamahmut köyü Aile Sağlığı Merkezi'nde aile hekimi olarak görev yapan Dr. Hüseyin Ağır, uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.
Dün ise Sinop Atatürk Devlet Hastanesi’nde Genel Cerrahi Uzmanı olarak görev yapan Dr. Mustafa Erdem, yaklaşık bir ay önce gerçekleşen bir ameliyat sırasında yaşamını yitiren bir hastanın yakınları tarafından, 29 Mart 2017 Çarşamba akşamı eşinin kullandığı arabayla evinin önüne geldiği sırada, aracın önü kesilerek ağır şekilde darp ve ölümle tehdit edildi. Olayda, Dr. Erdem’in eşine de hakaret ve tehditler yöneltildi.
Şiddet devam ediyor, çünkü şiddet dili devam ediyor.
Şiddeti yapanları buna neden olanları kınıyoruz.
Buna dur demek için şiddete de Hayır diyoruz.
Saygılarımızla.
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve Kamuoyuna,
Son günlerde Samsun sağlık camiasında Samsun Tabip Odası olarak bizim de hassasiyet gösterdiğimiz ve takip ettiğimiz Dr.Kamil Furtun Göğüs Hastalıkları Hastanesi ve Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi ile ilgili, bu kurumların kapatılacağına dair söylentiler üzerine, bilhassa bu kurumlarda çalışan hekimleri , sağlık çalışanlarını ve kamuoyunu bilgilendirmek ve konuya açıklık getirmek üzere bir açıklama yapmak zarureti doğmuştur.
Bundan yaklaşık iki yıl önce, göz göre göre, bir dizi ihmaller sonucunda görevi başında hain bir saldırıya uğrayarak yaşamını yitiren meslektaşımız Dr. Kamil Furtun’un adını taşıyan hastane olan Samsun Göğüs Hastalıkları Hastanesi bizler için onun manevi varlığını sürdürdüğü bir değer olarak kabul edilmektedir. Köklü bir sağlık kuruluşunda onun adını yaşatmak bizlerin olduğu kadar kamu yöneticilerinin de boynunun borcudur. Bu bağlamda meslektaşımızın kaybında sorumluluğu ve ihmali olan yöneticilerle ilgili kovuşturma sürecinin devam ettiği ve bu sürecin yakın takipçisi olduğumuz hastane ile ilgili hassasiyetimizi yeniden ifade etmek isteriz.
Konuya ilişkin birtakım çevreler üzerinden ortaya atılan iddialar üzerine konunun muhatabı olan Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Prof.Dr.Süleyman Sırrı Kılıç ile görüşmeler yapılmış ve ortaya atılan iddialara açıklık getirmesi istenmiştir. Kamu Hastaneleri Genel Sekreteri bütün içtenliğiyle Dr.Kamil Furtun Göğüs Hastanesi ile ilgili kesinlikle bir kapatmanın olmadığını, hastanenin idari ve mali açıdan Samsun Eğitim Araştırma Hastanesine bağlanacağını ve hastanenin Dr. Kamil Furtun’un adıyla yine aynı mekanda hizmet vermeye eskisi gibi devam edeceğini ifade etmiştir.
Türkiye sağlık ortamında Mersin, Kayseri, Yozgat ve Isparta da uygulamaya konulan şehir hastanelerinde olduğu gibi Samsun’da da planlanan şehir hastanesi bağlamında yapılacak uygulamalardaki olası ikinci basamak değişiklikleriyle ilgili takip, değerlendirme bilgilendirme, eleştiri ve karşı çıkma hakkımızı ve sorumluluğumuzu yerine getireceğimizi de bu vesile ile kamuoyuna duyurmak isteriz.
Sayılarımızla.
Dr. Murat Erkan
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve kamuoyuna,
Bundan tam iki yıl önce bugün sağlık camiası olarak içinde yaşadığımız şiddet ortamının en vahim olayıyla karşı karşıya kaldık. Bir meslektaşımızı, bir eşi, bir babayı bu ülkenin yetiştirdiği nadir güzel insanlardan birini Dr.Kamil FURTUN’u görevi başında hain bir saldırıya kurban verdik.
Aradan geçen zamanda tetiği çeken katil yakalandı ve hak ettiği cezaya çarptırıldı. Ancak adaletin tecelli ettiğini, vicdanların rahatladığını, geride kalanların huzur bulduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Çünkü olayı bir insanın, bir hekimin hayatına kastedecek noktaya getiren nedenlerin, ihmallerin ve sorumluların henüz adalet önünde hesap vermediği bir ortamda, adaletin tam anlamıyla tecellisinden söz edilemez.
Aradan geçen iki yıllık süre içerisinde, katilin olayın gerçekleştiği hastanede pek çok olaya karışmasına rağmen nasıl çalışabildiği, kimlerin ona referans olduğu, böylesi bir kişiliğin hastane idaresi tarafından nasıl olup da korunup, kollandığı, olayın bir gün öncesinde alınan karara rağmen hastane yönetiminin katille ilgili alınan yazılı kararı neden uygulamadığı, akıllarımızda soru olarak kalmaktadır.
Bu soruların en doğru biçimde yanıtlanabileceğine inandığımız hastane yönetimine yönelik dava, neden hala açılmamış ve savcılıkta iddianame aşamasında bekletilmektedir?
Tetiği çekenin yanında, hastane yönetiminden sorumluluğu bulunanlar, neden yargı önüne çıkarılıp kendi paylarına düşenin hesabını vermiyorlar?
Aradan iki yıl geçti, ihmaller zincirini gösteren bunca bilgi, belge ve şahit varken, nasıl oluyor da bu olayda ihmali, sorumluluğu bulunanlar aynı görevlerinde hala çalışmaya devam edebiliyorlar?
Bütün bu soruların yanıtlarının verildiği ve sorumlularla ilgili gereği yapıldığında vicdanlardaki ateş bir nebze de olsa azalacaktır. Adalet işte o zaman tam anlamıyla tecelli edecektir. Aksi takdirde bu sorumluluk, gereğini yapmayanların üzerinde sonsuza dek kapkara bir leke olarak kalacaktır.
Dr. Murat Erkan
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve Kamuoyuna,
Samsun Valiliği Samsun ilindeki tüm sağlık çalışanlarının izinlerini Temmuz ayında ilimizde yapılacak 23. İşitme Engelliler Yaz Olimpiyat Oyunlarını gerekçe göstererek durdurmuştur.
İlimiz ve ülkemiz için bu tür organizasyonların sportif, ekonomik ve sosyal yönden önemini ve kıymetini biliyoruz. Bu tür organizasyonların planlanmasında idarenin yaşadığı iş yükünün ve zorlukların da farkındayız.
Bu tür uluslararası sportif organizasyonlar da etkin sağlık hizmetinin, desteğinin verilmesi, sürdürülmesi oldukça büyük önem taşımaktadır. Çok sayıda yaralının oluşabileceği öngörüsüyle; deneyimli ilk ve acil yardım uygulayıcılarının hizmet vereceği, yaralıların toplanıp triyajın yapılabileceği ve diğer sağlık sorunlarını karşılayabilecek bir organizasyon planı olmalıdır.
Organizasyonun özelliğine göre değişebilmekle birlikte; 1000-5000 kişilik bir topluluk için bir sağlık ekibi yeterli olurken, ilave her 10000 kişi için bir ekip oluşturulması genelde kabul edilen bir uygulamadır. Etkinlik bölgesi içerisinde en az bir kapalı alanın sağlık hizmetleri için düzenlenmiş olması gerekmektedir.
Sydney 2000 Olimpiyatları örneği verilecek olursa, 118000 kişi kapasiteli Olimpik stadyumu sekiz gün içinde sportif karşılaşmaları, açılış ve kapanış törenlerini izlemek için gelen 1.9 milyon kişiyi ağırlamıştır. Afet hazırlık planında 100 sağlık görevlisi yer almıştır.
Bu tür geçici kitle organizasyonlarındaki sağlık hizmetlerinin planlanmasında, yapılması gerekenin aksine, tüm sağlık çalışanlarının planlamaya dahil edilmesi akılcılıktan uzak toptancı bir yaklaşımdır. Bu alana ilişkin pek çok çalışmada ve yapılan benzer organizasyonlarda ihtiyaca uygun sayıda ve özellikte personel ve ekiple planlama yapılması gerektiği ortaya konulmuştur.
Buna karşılık Samsun Valiliği tüm sağlık çalışanlarının temel haklarından olan izin haklarını, tam da çalışanların izin zamanına denk gelen bir dönemde yasaklamıştır. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından başlayan ve halen devam eden OHAL döneminde çalışanların izinleriyle ilgili yasaklamalar yaşanmışken, bu defa da ilimizde izin dönemine denk gelen bir zamanda böyle bir yasaklamanın yapılmış olması mağduriyeti daha da katlamaktadır.
Bu toptan yasaklamanın sağlık personelinde yarattığı mağduriyetin yanında kamu sağlık kuruluşlarındaki çalışma düzenine ilişkin sorunlar yaşatacağı, idareyi zorlayacağı da aşikârdır. Sonuçta bütün bu olumsuzluklardan sağlık çalışanları mağdur olacaklardır.
Samsun Valiliğinin konuyla ilgili yeniden bir değerlendirme yaparak, organizasyonun ihtiyacına uygun nitelikte sağlık hizmet planlaması yapması, konuya ilişkin ekip ve personel görevlendirmesi daha uygun bir yaklaşım olacaktır. Böylece olimpiyat organizasyonunda ihtiyaç duyulmayacak sağlık personelinin boşu boşuna izinlerini kullanamamalarının önüne geçilebilecek, organizasyon sonrası sağlık kurumlarının işleyişinde sorunlar daha az yaşanabilecektir.
Tüm bu gerekçelerle Samsun Valiliği’nden tüm sağlık personelini kapsayan bu genelgeyi geri çekmesini talep ediyor, saygılarımızı sunuyoruz.
Dr.Murat Erkan
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve Kamuoyuna,
31 yıl önce bugün, yani 26 Nisan 1986 günü Ukrayna’nın başkenti Kiev yakınlarındaki Pripyat kasabasında kurulu Çernobil Nükleer Santralinin dört numaralı reaktöründe bir patlama meydana gelmiş, patlama sonucu ortaya çıkan radyasyon serpintisinden Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın haricinde içinde ülkemizin de yer aldığı 14 Avrupa ülkesi etkilenmişti. Bu kazada ilk anda 30 kişi hayatını yitirmiş, ardından santralden yayılan radyasyondan 500bin kişi etkilenmişti. Etkilenen bölgelerde binlerce tiroid kanseri olgusunun ortaya çıktığı rapor edilmişti. Bilim çevreleri bu sayının ilerleyen yıllarda katlayarak artacağını ifade etmektedir.
Günümüzde elektrik enerjisi üretimi amacıyla çalışan yaklaşık 450 nükleer santral vardır ve dünya enerji talebinin yaklaşık %6.8’i nükleer santrallerden sağlanmaktadır. 1986 Çernobil nükleer kazası sonrası, tüm dünyada nükleer santral yapımı büyük ölçüde azalmış, başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere birçok gelişmiş ülke nükleer enerji santrallerinden vazgeçme yoluna gitmişlerdir.
Nükleer santrallerin sadece kaza hallerinde risk teşkil ettikleri düşünülmemelidir. Yapılan çalışmalarda herhangi bir sızıntı yada kaza olmaksızın Nükleer Santrallerin 5 km çevresinde yaşayan çocukların lösemi riskinin iki kattan daha fazla olduğunu gösteren bilimsel veriler bulunmaktadır. Nükleer bir felaketin ardından Çernobil’de olduğu gibi yüz binlerce insan evinden bölgesinden uzaklaşmaz zorunda kalmakta ve bir daha geri dönememektedir. Bu gibi felaketlerin ardından toplumda oluşan psikolojik sorunlar ise kat ve kat artmaktadır. Ülkemizin deprem bölgesinde olduğunu düşündüğümüzde ise doğal afetlerden kaynaklanacak nükleer kaza riskini önleyecek bir yol yoktur.
Ülkemizde yapılması planlanan AKKUYU, SİNOP ve İĞNEADA nükleer santralleri ileride geri dönüşümü olmayacak insan ve çevre sağlığı sorunlarına yol açması olasıdır. Dünyanın teknolojik olarak en ileri ülkelerinde bile onlarca nükleer santral kazası olması bize bu enerji biçiminin hiçbir zaman tam güvenlik sağlanamayacağını göstermektedir.
Ekonomik yönden de bakıldığında ülkemiz için nükleer enerji gerekli değildir. Bu bağlamda ihtiyacımız olan ya da olacak olan enerji için yatırım yapmamız gereken teknoloji, çevre ve sağlık açısından zararlı etkileri olmayan, rüzgar, güneş, jeotermal enerji gibi yenilenebilir enerji türleri olmalıdır.
Dr. Murat Erkan
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basın ve kamuoyuna,
Geçtiğimiz Pazar günü Tekkeköy 112 istasyonu çalışanları üzücü ve çirkin bir saldırıya maruz kalmışlardır. Bu olay kentimizde can alan, can yakan şiddetin, sağlık hizmeti sunanlarına yönelik istatistiklerine eklenmiştir.
Ülkemizde her gün 30 sağlık çalışanı şiddete maruz kalmaktadır. Şiddet olayları karşısında her kesimden yapılan kınamaların ve protestoların toplumsal duyarlılık ve tepki oluşturmak adına olumlu olduğu düşünülse de gelinen aşamada bunun bir çare olmadığı da görülmektedir. Yine de yaşanan şiddet olayına karşılık, tepkilerini gösterenlere yönelik idarecilerin “Yaşanan şiddet olayları üzerinden hesap yapıp, insani duyguları istismar edenler” şeklindeki genellemelerini, suçlamalarını kabul etmek mümkün değildir. Yine idarenin “Şiddet olaylarına ilişkin yasal düzenlemeleri çare görmemesi” de ayrıca sorunlu bir yaklaşımdır. Demokratik sosyal hukuk devletinde çözümler, güvenlik önlemlerinin yanında, toplumsal mutabakatta kabul gören demokratik tavırlarla ve hukuk yolunda aranmalıdır.
Bu bağlamda şiddeti önleyici, caydırıcı bir adım olarak Türk Tabipleri Birliği tarafından Türk Ceza Kanunu’na ek madde önerisi hazırlamış ve bu 14 mart haftasında kamuoyuyla da paylaşmıştır.
Ne yazık ki şiddete karşı gerekli yasal düzenlemelerin şimdiye kadar yapılmamış olması, şiddete başvurmayı adeta teşvik etmiştir.
Yasa teklifinde, sağlık kurumlarında çalışan sağlık personeline karşı şiddet uygulayan kişilere 2 ila 4 yıl arasında bir hapis cezası öngörülmektedir. Şiddet nedeniyle sağlık hizmeti kesintiye uğrarsa, ceza yarı oranında artırılmaktadır. Bu yasa önerilerimizin ivedilikle kabul görmesini ve TCK’ya eklenmesi tüm sağlık çalışanları tarafından şiddet konusunda etkin ve samimi bir adım olarak algılanacaktır.
Tekkeköy 112 çalışanı sağlıkçı arkadaşlarımıza bir kez daha geçmiş olsun diyor, böylesi olayların bir daha tekrarlanmamasını diliyoruz.
Dr. Murat Erkan
Samsun Tabip Odası Başkanı