Bir salgın tüm dünyanın yapısını, alışkanlıklarımızı, geleneklerimizi kısacası tüm ezberimizi bozdu. Sağlığın dünyada var olan her şeyden daha önemli olduğunu hatırlattı bize. Aynı zamanda hayatını tıbba adamış hekimlerin ve sağlık çalışanlarının değerini anlamamıza bir kez daha vesile oldu. Bunun farkına varan ve minnetini göstermek isteyen halk, sağlık çalışanlarını alkışladı. Mecliste sağlıkta şiddete karşı önlemleri de içeren bir kanun değişikliği yapıldı.
Tüm bunlar bizi umutlandırdı. Yıllardır itibarsızlaştırılmaya çalışılan hekimliğin hakkının bir nebze de olsa verilebileceği ümidi doğdu.
Ama yine yanıldık. Bir çok meslektaşımızı bu salgın savaşında kaybetmemize rağmen pratikte sağlıkta şiddet konusunda değişen hiçbir şey olmadığını gördük.
Bugün Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesinde görevli Plastik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Murat Sinan Engin, bir hastasının vefat haberini verirken hasta yakınları tarafından maalesef sözel ve fiziksel şiddete uğradı.
Bugüne kadar izlenen politikalar sağlıkta şiddeti önlemekten ziyade teşvik etmiştir. Biz sağlıkta şiddetin kanıksanmasına izin vermeyeceğiz. Hekimlik mesleğinin itibarsızlaştırılmasına izin vermeyeceğiz.
Kendi hayatları pahasına salgında ön safta savaşan, toplum sağlığını korumaya çalışan hekimlerin güvenliğini sağlamak bu devletin en önemli sorumluluğudur. Yetkililerden bu sorumluluklarını yerine getirmelerini istiyoruz. Sağlıkta şiddeti önleyici kanunların pratiğe yansımasını istiyoruz.
Değerli meslektaşımız Doç. Dr. Murat Sinan Engin’e geçmiş olsun diyoruz. Samsun tabip Odası olarak bu olayın takipçisi ve her türlü hukuki destekle de meslektaşımızın yanında olacağımızın bilinmesini istiyoruz.
Samsun Tabip Odası Yönetim Kurulu
30.07.2018
BASIN AÇIKLAMASI
Giresun’da 27 Temmuz 2018 Cuma günü bir hasta yakını yanında hasta olmadan evdeki hastası için ilaç yazdırmak istemiş, kanunlara göre suç olan bu işlemi yapmayan hekimin çalışmasını aksatacak şekilde ısrarcı olması üzerine hekim talimatlara ve prosedürlere uygun bir biçimde ‘Beyaz Kod’ vermiş, bunun sonucunda olay yerine gelen polis ekibine de direnen hasta yakını müdahale sırasında kalp krizi geçirmiş ve vefat etmiştir.
Bugün twitterda Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca tarafından soruşturma başlatıldığı ve soruşturmanın selameti açısından hekimin açığa alındığı bildirilmiştir.
Sayın Sağlık Bakanı’na şunları sormak istiyoruz?
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hiç kimse hukuktan üstün değildir. Kanunları bilmeyen, sağlık işleyişini bilmeyen medya ve toplum tarafından sanki hekim suç işlemiş gibi yaratılan algıya paralel olarak Sağlık Bakanlığınca hekim arkadaşımızın açığa alınmasını kanunlara aykırı bir davranış olarak değerlendiriyoruz. Toplum ve medya kanunlar ve sağlık işleyişi hakkında bilgilendirileceğine tam tersine kanunları uygulayan hekimin suçlu gibi açığa alınmasını doğru bulmuyoruz ve bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Sağlık Bakanlığı’nı hukuka uygun hareket etmeye davet ediyoruz. Dr. Özlem Yağdıran görevine iade edilmelidir.
Basına ve Kamuoyuna,
Yaşadığımız şehrimiz ve ülkemiz neredeyse her gün şahit olduğumuz şiddet haberleriyle uyanıyor. Şiddet toplumun her alanında kendini sarsıcı şekilde ve giderek artan bir ivmeyle gösteriyor.
Şiddet olaylarının her türünün bizleri ve toplumumuzu derinden yaraladığını ve güvensizlik ortamı yarattığını gözlemliyoruz.
Sağlık alanında yaşanan şiddet ise diğer şiddet olgularının yanında başka bir nitelik gösteriyor. Şöyle ki her gün Sağlık Bakanlığı Beyaz kod verileri dikkate alındığında 31 sağlık çalışanının şiddete maruz kaldığını görüyoruz. Bütün meslek guruplarını dikkate aldığımızda sağlık alanında yaşanan şiddet diğer meslek guruplarına göre 16 kat daha fazla yaşanıyor. Özellikle ikibinli yıların ardından bilhassa sağlıkta dönüşüm programı ile sağlık hizmet alanındaki en belirgin değişim şiddet olgularında gerçekleşmiştir.
Son yaşanan hadisede özel bir hastane acil servisinde görev yapan bir meslektaşımız görevi başındayken şiddete maruz kalmış, bu saldırı sonucunda kolu kırılmış ve yüzünde ve vücudunun pek çok yerinde lezyonlar oluşmuştur. Saldırganların meslektaşlarımızı darp etmeden önce Tıp Fakültesi Hastanesi, darp ettikten sonra da yine özel bir hastanede saldırgan tavırlarını sergileyebilmiş olmaları üzücü, endişe verici ve düşündürücüdür.
Samsun Tabip Odası olarak olayın gerçekleştiği saatten itibaren müdahil olunmuş meslektaşımızla görüşülüp süreçle ilgili girişimler başlatılmıştır. Bu bağlamda saldırganlardan üçü önce gözaltına alınmış biri daha öncen infazı olduğu için tutuklanarak cezaevine sev edilmiş diğer ikisi de ifadesi alındıktan sonra nöbetçi savcı tarafından ne yazık ki serbest bırakılmıştır. Yasal anlamda tutuklama kararı gerektiği halde gereğinin yapılmaması üzerine başsavcılık düzeyinde gerekli girişimlerde bulunularak yasal sürecin olması gerektiği gibi işlemesi sağlanmıştır. Samsun Tabip Odası Avukatı vasıtasıyla davaya müdahil olunmuştur.Süreç yakından takip edilmektedir. Bilhassa konuya hassasiyet gösteren ve harekete geçen Samsun başsavcısına tüm meslektaşlarım adına teşekkürlerimi sunuyorum.
Yaşanan olay sağlık camiasında ve toplumun çok değişik katmanlarında infial oluşturmuştur. Toplumsal, kurumsal hareketlilik ve sahiplenme gerçekleşmiştir. Samsun Tabip Odası’nın müdahale refleksi ve kararlılığının yöneticilerde daha dinamik bir hal oluşturduğunu görmekten büyük mutluluk duyuyoruz. Bunun neticesinde gerek sosyal medya gerekse bizzat tepkilerini sunan ve destek veren herkese yine tüm meslektaşlarım adına teşekkürlerimi sunarım.
Diğer taraftan Sağlık Bakanlığı tarafında da olaya ilişkin açıklama yapılmış özellikle saldırganların yeniden gözaltına alınması hususunda adli merciler üzerinden girişmelerin yapıldığı ifade edilmiştir. Sağlık bakanlığı ve temsilcilerine de teşekkürlerimizi iletiyoruz. Ancak günde ortalama 30 şiddet vakasının yaşandığı gerçeğiyle bakanlığımızın her olguya girişimde bulunmasını beklemektense acilen sağlıkta şiddet yasasının çıkması gerekliliğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Sağlık bakanlığı bir icra kuruludur, önleyici tedbirleri oluşturacak ve uygulayacak olanağa ve iradeye sahiptir. İki yıldır defalarca görüşme taleplerimize henüz yanıt vermeyen sayın sağlık bakanımızla bu olay vesilesiyle görüşmeye ve katkılarımızı sunmaya hazır olduğumuzu buradan bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Bu bağlamda Mart 2017 de Türk Tabipleri Birliği tarafından hazırlanmış olan TCK na ek olarak sunduğumuz “Sağlıkta Şiddet Yasa tasarısının” derhal çıkarılması gerektiğini yeniden hatırlatıyoruz. Aksi takdirde bu tasarının yasalaşmadığı her gün yaşanacak şiddet olaylarından gereğini yapmayanlar sorumlu olacaktır.
Diğer taraftan hekimlere ve sağlık çalışanlara toplumsal sahiplenmenin daha da güçlenerek artacağına inanıyoruz. Bizler yaşatmaya çalışan bir mesleğin üyeleriyiz. Yaşatmak için canımızı dişimize takarak çalışırken huzurlu, güvenli ve özgürce görevimizi yapmak istiyoruz. Hayat verdiklerimize, sağlık sunduklarımızla mutlanıyor, kaybettiklerimizle her seferinde kederleniyoruz. Hastalarımızla birlikte biz hayatımız boyunca binlerce kez hayata tutunuyoruz, binlerce kez de ölüyoruz. Bu duyguyu yaşamayan anlayamaz.
Türk Tabipleri Birliği Samsun Tabip Odası olarak meslektaşlarımızın ve tüm sağlık çalışanlarının kılına bile zarar gelmemesi için çalışmaya devam edeceğiz, kararlıyız.
Samsun Tabip Odası olarak buradan tekrar ifade etmek isteriz. “Hekimler yalnız değildir, hekimler sahipsiz değildir.”
Saldırıya uğrayan meslektaşımıza yeniden geçmiş olsun diyor, olayın her aşamada olduğu gibi bundan sonrasında da takipçisi olacağımızı ifade ediyor, saygılarımızı sunuyoruz.
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
Filistin Halkına Karşı Gerçekleştirilen Katliamı Lanetliyoruz
Basına ve kamuoyuna
15.05.2018
ABD, Ortadoğu’da çözümsüzlüğü dayatarak çatışmaları artıran, provokasyonlarla halkları birbirine kırdırmak isteyen emperyalist politikalarının bir sonucu olarak, Kudüs’ün tamamını “İsrail’in başkenti” olarak tanıyıp büyükelçiliğini resmen Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıştır. Bu durumu protesto eden Filistinlilere karşı İsrail tarafından gerçek mermilerle gerçekleştirilen saldırılar sonucunda, aralarında çocukların da olduğu 58 kişi hayatını kaybetmiş, en az 2700 Filistinli yaralanmıştır. İsrail devletininin saldırıları derhal son bulmalı; sorumlular uluslararası mahkemelerde yargılanarak hesap vermelidir.
Filistin’de, Ortadoğu’da ve tüm dünyada adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşamın kurulması insanlığın ortak sorumluluğudur. İnsanlığa karşı suç işleyen İsrail devleti yayılmacı politikalarından vazgeçmeli, işgal ettiği topraklardan çekilmelidir. Filistinli mültecilerin kendi topraklarına dönüşleri sağlanmalıdır.
ABD’nin kışkırtıcı politikaları sonucunda, İsrail devletinin Filistinlilere karşı barışçıl gösterilerileri bastırmak amacıyla gerçekleştirdiği katliamı lanetliyor, Filistin halkının yanında olduğumuzu bildiriyoruz. Filistin halkının meşru talepleri karşılanmalı; Filistin ve İsrail halklarının bir arada, barış içinde yaşamaları için gerekli her türlü çaba gösterilmelidir.
Samsun Tabip Odası
Basına ve Kamuoyuna,
Aşı Yaşamdır. Toplum Sağlığı Riske Atılamaz!
Koruyucu sağlık hizmetleri içinde insanlık tarihinin en büyük kazanımlarından birisi olan “aşı” konusunda yürütülen tartışmaları kaygı ile izlemekteyiz. Kaygı verici diğer bir nokta, kamu sağlık otoritesi olarak Sağlık Bakanlığı’nın aşılarla ilgili kesin bir politika belirlememesi, tartışmaları sonlandıracak yasal bir düzenleme yapmaktan kaçınmasıdır. Bu tablonun üzerinde popülist bir şekilde, meslek ilkelerini hiçe sayan, toplum sağlığına karşı sorumsuzca açıklamalar yapılması, aşılar konusundaki haksız ve yersiz bir tartışmaya yol açmaktadır.
Aşılar ile ilgili yürütülen tartışmalar, bilimsel bir zemine sahip olmadığı gibi, insan sağlığı açısından bütüncül yaklaşımı da göz ardı etmektedir. Geçtiğimiz dönem aşılardaki cıva, alüminyum gibi koruyucu maddeler ile otizm arasındaki ilişki çokça dile getirilmesine karşın, bilimsel olarak böyle bir ilişkinin olmadığı artık çok açık ve nettir. Aşılar ve otizm arasında ilişki olduğunu iddia eden ve tüm bu tartışmalarda kaynak olarak gösterilen 12 vakada yapılan bir çalışma, yayımlandığı dergi tarafından “etik dışı uygulamalar ve sonuçların çarptırılması” nedeniyle yayından kaldırılmıştır.
Aşının insanlığa sağladığı yararından çok bilimsel olmayan söylemlerle zararlarını ön plana çıkarmaya çalışanlara, günümüzde artan çevre kirliliğinin insan sağlığı için daha büyük bir tehdit oluşturduğunu hatırlatmakta fayda görüyoruz. Yanı başımızda her dakika milyonlarca metreküp cıva, kurşun, alüminyum ve diğer pek çok kimyasal maddeyi yayan sanayi bacalarını, market raflarında gıda olarak tükettiğimiz ürünleri saran renkli, gösterişli paketlerin içerdiği alüminyum miktarlarını, bugün hemen her sokakta kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılan ve/veya yapılan inşaatlardan havaya karışan tozları görmezden gelerek, halkın sağlığı için en önemli araçlarımızdan biri olan aşıların içindeki alüminyuma işaret etmek, bu ülkenin insanlarına ve gelecek nesillere yapılan bir haksızlıktır. Hekimler hastalarını bilgilendirirken, verdikleri bilginin bilimsel dayanaklarından emin olmalıdır. Eksik ya da hatalı bir bilgilenmenin yaratacağı sonuçların sorumluluğu da kendilerine aittir. Toplumun aşı ile ilgili sorularına akılcı yanıtlar üretmek, bu yanıtları en güncel bilimsel birikime dayandırmak ve bu şekilde var olan bilgi kirliliğini ortadan kaldırmak hekimlerin toplumsal sorumluluğudur.
Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki bir ülkede bağışıklama hizmetleri iyi yürütülmezse o ülkede erken ölümler artar, ortalama yaşam süresi kısalır. Bebekliğinde kızamıktan, doğumda ya da fabrikada çalışırken tetanosdan, yaşlılığında gripten ve buna bağlı zatürreden ölen insan sayısı artar. Aşılama hizmetlerinin toplum sağlığı açısından değerini çok iyi bilen birinci basamak sağlık çalışanları, aşıya karşı oluşan bu direnç karşısında hekimlik uygulamaları açısından zorluklar yaşamaktadırlar.
Ülkemizde yakın geçmişte Sağlık Bakanlığı tüm bebek, çocuk, kadın ve yaşlıların aşılanması için ülkenin her yanına sağlık ocakları kurmuş; hekim, ebe ve hemşireler en ücra dağ köylerindeki bebeklere bile ulaşabilmek için özveriyle çalışmış; inanılmaz bir maddi kaynak dünyadaki en kapsamlı aşı takviminin uygulanmasına aktarılmıştır. Böyle bir çabanın göz ardı edilmesi ve çağdaş tıbbi uygulamaların gerisine düşerek toplum sağlığını riske atan gelişmelere izin verilmesi kabul edilemez.
TTB Samsun Tabip Odası olarak olarak aşı konusunda, Sağlık Bakanlığı’nı en kısa zamanda sorumluluklarını yerine getirmeye ve medya kuruluşlarını da bilimsel tıbbi bilgileri temel alan bir tutum içinde olmaya davet ediyoruz.
Saygılarımızla.
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve Kamuoyuna,
Türkiye Diyanet Vakfı sitesinde “sözlük mahiyetindeki eser, öğrenciler, din görevlileri ve temel dini kavramları öğrenmek isteyen kişiler için bir kaynak niteliğindedir” ifadesiyle tanıtımı yapılan bu sözlükte yer alan, kız çocuklarının çocuk yaşta evlenmelerine onay veren ve toplumda büyük bir tepkiye neden olan ifadeler nedeniyle Türk Tabipleri Birliği Samsun Tabip Odası olarak gereği aşağıdaki açıklamayı kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Aralarında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin de yer aldığı pek çok uluslararası belgede, 0-18 yaşında olanlar “çocuk” olarak tanımlanmaktadır. Taraf devletler açısından bağlayıcı yasal yaptırımlar içeren söz konusu belgeler; başta devletin ilgili kurumları, hukuk, sağlık ve eğitimden sorumlu meslek grupları ve ebeveynler olmak üzere, çocukların içinde yer aldığı erişkin toplumunun tüm kesimlerini çocuklara karşı sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlü kılmaktadır.
Toplumumuzda kız çocuklarının çocuk kabul edilen yaşta, kendilerinden oldukça büyük erkeklerle evlilikleri, var olan evliliklerin yaklaşık olarak üçte birini oluşturmaktadır. Erken yaşta evlendirilen kız çocukları kendilerini geliştirme koşul ve olanaklarından yoksun bırakılarak, yerine getirmekte zorlanacağı birçok sorumlulukla karşı karşıya kalmaktadır. Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi, yaşamının sonraki dönemlerinde de olumsuz etkilerinin sürdüğü çocuğa yönelik bir cinsel istismarı içermektedir. Bu tür evlilikler, eğitim hakkının engellenmesi gibi, çocuk haklarının ihlaline neden olmaktadır. Çocukların erken yaşta sosyal çevrelerinden soyutlanmasını getirerek sosyal becerilerin edinilmesini güçleştirmektedir. Çocuk yaşta evlenen kız çocuklarının maruz kaldığı aile içi fiziksel ve cinsel şiddetin, erişkin yaştaki evliliklere göre daha yüksek oranda görüldüğü bilinmektedir. Çocuk yaşta evlenme ve anne olma, çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Çocuk yaşta evlenen kız çocuklarında, erişkin yaşamda evlenenlere göre, istenmeyen gebelikler daha yüksek oranda görülmekte, erken ve zor doğum riskinin daha yüksek olduğu bildirilmektedir. Çocuk yaşta evlilik bir çocuğun hayatının çalınması, geleceğinin karartılmasıdır.
Doğumdan 18 yaşına kadar gelişimlerinin çeşitli evrelerinde çocukların bakımı, zarardan korunması, çıkarlarının savunulması ve birer erişkin olarak yetiştirilmeleri konusunda çaba gösterilmesi, erişkin toplumunun yasal ve ahlaki sorumluluğudur.
Çocukların korunması, haklarına saygı gösterilmesi, biyolojik ve toplumsal gelişimlerinin gereksinimleri doğrultusunda desteklenmesine ilişkin bilimsel araştırma sonuçları evrensel düzeyde kabul görmüşken ve ahlaki bir yükümlülük olarak tanımlanmışken, çocuk yaşta evliliği özendiren dinsel kaynaklı söylemlerin devlet kurumlarınca kamuoyu gündemine getirilmesi, kişinin sağlıklı yaşam hakkını engelleyecek ve toplumsal yaşamı derinden etkileyecek sonuçlar doğuracaktır.
Çocuk yaşlarındaki bir kız çocuğunun evlilik gibi ağır sorumluluk gerektiren, yaşam ve sağlık açısından büyük riskler taşıyan, bir insan olarak eğitimini ve toplumsal gelişimini engelleyen, gelecek umutlarını ortadan kaldıran bir sürece hapsedilmesinin, mutsuzluğa ve ileride telafisi zor sorunlara yol açacağı açıktır.
Henüz ergenlik döneminin başlangıcındaki kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmelerine yönelik her tür söylem ve girişim, toplumun çocuklara karşı ahlaki sorumlulukları açısından asla onaylanmayacak bir durum, yasal açıdan da altına imza atılan çocuk ve kadın haklarına ilişkin sözleşmelere aykırılık nedeniyle bir suçtur ve bu suçu işleyenlere karşı yasal yaptırımlar uygulanmalıdır.
Devlet kurumlarını ve toplumun erişkin olan tüm kesimlerini, başta kız çocukları olmak üzere çocuklara karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye, çocukların bedensel, ruhsal ve sosyal açıdan korunmasız durumlarını istismar eden, onlara karşı suç işlemek anlamına gelen söylem ve girişimlere son vermeye çağırıyoruz
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
25.11.2017
Basına ve Kamuoyuna,
Ne yazık ki bir kez daha üzücü bir şiddet olayıyla karşı karşıyayız. Eğitim Araştırma Hastanesi Acil Servisinde hizmet vermekte olan iki meslektaşımız hasta yakınları tarafından darp edilmekten kurtulamamıştır.
Yıllardır, aylardır, günlerdir “Sağlıkta şiddete karşı kalıcı çözüm üretilmelidir..” diye haykırıyoruz. Çalışma koşulları ve sağlık ortamının geldiği nokta bizleri artık çalışamaz hale getirmiştir. Sağlık uygulanan yanlış politikalar, üstüne üstlük bugüne kadar kullanılan olumsuz ifadeler şiddeti körüklemiş ve bizleri her gün kötü bir haber alacağımız endişesiyle yaşamaya mahkûm etmiştir. Sağlıkta dönüşümle beraber halkımızın sağlığa ve sağlık hizmeti veren hekimlere dönük bakışı saygı, sevgi, anlayış ilişkisi yerine öfke, tepki ve şiddet şekline dönüşmüştür.
Her gün yaşanan olaylarla artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Sağlığı yönetenlerin şiddete karşılık çözüm arayışları yerine günü geçiştirme çabaları bizleri kahretmektedir. Bunda sağlığı yönetenlerin sorumluluğu da büyüktür. Artık sorumluluğu olanların ortaya çıkıp siyasi kaygılarını bir kenara bırakıp gereken önlemleri alması kaçınılmaz hal almıştır.
Biz Türk Tabipleri Birliği Samsun Tabip Odası olarak şiddete yönelik sesimizi olabildiğince duyurmaya çalışıyoruz ve sağlıkta şiddetin önlenmesi adına idareyle birlikte her türlü çalışmaya hazırız, yeter ki içten ve gerçekçi bir yaklaşım sunulsun. Daha yeni Samsun Milletvekillerine yazdığımız mektup ortadadır.
Şiddete uğrayan meslektaşlarıma geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, konunun takipçi olacağımızı buradan bir kez daha ilan ediyoruz.
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve Kamuoyuna,
İntihar, önlenebilecek bir davranıştır. Toplumda insanların intihara eğilimini artıran etkenlerin belirlenerek ortadan kaldırılması, ”birincil düzey önleme” hedefi olarak belirlenir. Tıbbın her alanında olduğu gibi, birincil önleme toplum düzeyinde de uygulanır ve bir hastalık ya da belirtinin ortaya çıkmasının engellenmesi en etkin yaklaşımdır.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2015 yılında Türkiye’de 3000’den fazla kişi intihar ederek hayatını kaybetmiştir. İntihar girişimlerinin ise bu sayının yaklaşık 20 katı olduğu tahmin edilmektedir.
Tüm bu veriler intiharın zaten günümüzde önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu açıkça göstermektedir.
Son günlerde bu önemli halk sağlığı sorununa bir başka boyut daha eklenmiştir. Adana’da Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Asistanı Dr. Ece Ceyda Güdemek, Batman Bölge Devlet Hastanesi'nde görevli Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Engin Karakuş, İstanbul’da tıp öğrencisi Yağmur Çavuşoğlu, aynı gün yaşamlarına son vermiştir. Ve yaşamını yitiren iki hekim de intihar notlarında ağır çalışma koşullarını dile getirmiştir
Ülkemizde 14 yıldır uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı, sağlık sistemini piyasaya teslim ederek hekimlerin çalışma koşullarını bozmakta, özlük haklarını elinden alıp hekimlik değerlerini aşındırmaktadır.
Hekimlerin tüm karşı durma çabalarına rağmen, performansa dayalı ücretlendirme yöntemi, hekimliği piyasa koşullarına sürükleyerek hekimlik uygulamalarını tartışılır hale getirmiştir. Mevcut sağlık politikaları, hekimlerin iş güvencelerini ortadan kaldırmıştır. Sağlık alanında uygulanan sözleşmeli, esnek ve taşeron çalışma biçimleri mesleki değerlerimizin aşınmasının diğer nedenleridir.
İş güvencesi, iyi hekimlik yapmanın önde gelen koşullarındandır. İş güvencesi olmayan bir hekim, özgür olamaz ve hekimliğini icra ederken kendini baskı altında hisseder.
Hekimlerin büyük bir bölümü haftalık çalışma saatlerinin çok üzerinde çalışmaktadır. Asistan hekimler açısından bu durum, daha da büyük bir sorun haline gelmiştir;36 saat çalışma 12 saat dinlenme...
Hekimler açısından, yaşadıkları mesleki sorunları paylaşma ve çözüm üretme olanağı vermesi açısından son derece önemli olan ortak mekanlar, dinlenme odaları ortadan kaldırılmıştır.
"Uyku yok, dinlenmek yok; üstüne üstlük bu çabanıza saygı yok!
Hastadan ayrı, hasta yakınından ayrı saldırı, hakaret geliyor; ardınızda duran yok...
Angarya ne kadar iş varsa koşturuluyorsunuz; köle gibi çalıştırılıyorsunuz, yemeyi içmeyi hatta çişe gitmeyi unutuyorsunuz, bir de üstlerinizden hakaret, mobbing vesaire geliyor..."
Hastalarımıza sağlıklı yaşam önerilerinde bulunurken, bizler de sağlıklı koşullarda hizmet vermek istiyoruz.
Ama bir bakıyoruz, insan yaşamının sorumluluğunu üstlenerek, onurla sürdürdüğümüz meslek hayatımızda, bizlerden; yoğun ve yorucu koşullarda, uzun saatler çalışmanın ve mesleğimizi uygularken yaşadığımız duygusal-fiziksel yüklenmenin getirdiği yıpranmayla ve şiddete uğrama riski altında çalışmamız isteniyor. Güvencesizlikle yaratılan geleceğe ilişkin belirsizlik, uzayan atama süreçleri, ihraç edilme, güvenlik soruşturmalarının olumsuz çıkması gibi olumsuz beklentiler ve endişe içinde yaşamamız bekleniyor.
Umut dolu bir gelecek için yıllarını verdiği zorlu sınavlar ve eğitimlerden sonra kendini, yaşamını bu mesleğe adayan ve mesleğini yaşamıyla bir tutan bizler, işlemeyen bir adalet algısı, düzelmeyen olumsuz çalışma koşulları, baskıcı uygulamalarla tükenmişlik yaşamaktayız.
Yıllardır yaşadığımız koşulların, toplumda algılananın tam da aksine zorluğunu, sorunluluğunu yazılı ve sözlü anlatmaya çalıştık; anlaşılmadı.
Şimdi ise hekimler “ölerek” bir mesaj vermeye çalışıyorlar.
İçinde bulunduğumuz durumun vahameti daha nasıl anlatılabilir ki?..
“Bu sistem yanlış! Yorgunuz, eziliyoruz, ölüyoruz işte!"
Başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere tüm yetkilileri, meslektaşlarımızın çığlığını duymaya, hayatlarını sonlandırmaya götüren koşullara ilgisiz kalmamaya davet ediyoruz. Geleceğimize sahip çıkıyor, tüm hekim arkadaşlarımızı bu zor günlerde birlikte olmaya, dayanışmaya ve bu olumsuz gidişi değiştirmeye davet ediyoruz.
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve kamuoyuna,
Ülkemiz son 16 günününe girdiğimiz bir halk oylaması sürecinde ilerlerken Samsun Tabip Odası olarak bu sürecin en başından beri ifade ettiğimiz gibi kendi gözlem ve değerlendirmelerimizi kamuoyuyla paylaşmaya devam etmek istiyoruz.
En başındaki gözlemimiz halk oylaması sürecinin sağlıklı yürümediği ve sonucunun da sağlıklı olmayacağıyla ilgili tespitimizdi. Bunu; ‘yapılan anayasa değişikliğiyle ilgili toplumun yeterince bilgilendirilmediği, konunun içeriğinin toplumun bilgisinden kaçırıldığı ve geleceğimiz açısından hayati sayılabilecek bir referandum sürecinin daha “Evet” ve “Hayır” arasına sıkışmış basitlikte götürülmek istenmesi’ değerlendirmemiz üzerine yapmıştık.
Bu tespitlerimiz üzerinden geçen 15 günlük süre içerisinde yapmış olduğumuz ziyaretler sonucunda binin üzerinde kişiyle görüşmede, sürecin konu esas içeriğinden uzaklaştırılarak adeta bir siyasi çekişmeye dönüştüğünü üzülerek gözlemliyoruz. En başında ne yazık ki TBMM de uzlaşı yoluna gidilmeden kavgalarla nihayetinde zorlayarak halkın önüne getirilen ardından yine sürekli gerginlik yaratılmak suretiyle yürütülen halk oylaması sürecinde gerginliğin, çekişmenin olmaması zaten kaçınılmazdır.
Bu süreçteki bazı gözlemlerimiz ise:
Siyasetle halk oylaması konusunun birbirinden ayrılamadığı,
Bununla birlikte toplumun her kesimine eşit mesafede olması gereken kamu yada özel kurumların aksine davrandığı, hatta bunda yarıştığı,
Halk oylaması sürecinde resmi ya da özel televizyon, gazete ve diğer yollardan Evet’i savunanların Hayır’ı savunanlara göre 20 kat daha fazla zaman kullanabildiği, yayın organlarının bu konuda baskı altında tutulduğu hissi oluştuğu,
Evet ve Hayır’ı savunan siyasi tarafların arasında olması gereken bir halk oylaması yarışında, aslında tarafsızlığını koruması gereken Sayın Cumhurbaşkanının kendi konumunu ve olanaklarını da kullanmak suretiyle Evet’i savunan kesimden çok daha belirgin şekilde öne çıktığı, bunun da demokratik sürece engel anlamına geldiği,
Hayır ile ilgili bilimsel, akla, mantığa uyan karşılıklar varken Evet’e ilişkin bu yönde bir gözlem yapılamadığı, bunda da hayır seçeneğinin içerik olarak aktarılabildiği ancak Evet’in yeterince anlatılamadığı ve içeriğinden bağımsız daha çok kişiler ve siyaset üzerinden savunulduğu,
Her kesimden toplumun yaşanan süreçten ötürü hoşnutsuz olduğu, giderek daha fazla kutuplaştığı, kendini ifade etmekten çekindiği hatta korktuğu, geleceğe dönük belirsizlik duygusunun arttığı,
İktidarın, toplumun geleceğine ilişkin referandum tercihini zaman zaman bir tehdit unsuru gibi kullandığı, diğer tercih tarafında olanları farklı suçlamalara maruz bıraktığıdır.
Yukarıda aktardığımız ve sahaçalışmalarımız neticesinde tespitlerimizin başlıklarını değerlendirdiğimizde, halk oylaması sürecinin toplumu 16 Nisan’dan sonra da sağlıksız bir sürece götürebileceği yönündedir.
Geride kalan sürede gerginliğin azaltılması, bağımsız olması gereken kurum ve kişilerin kendi pozisyonlarına çekilmesi, toplum önderlerinin barışçıl yaklaşımlar sunması sürecin en az zararla atlatılmasında faydalı olacaktır.
Sağlıkta Şiddet n e yazık ki devam ediyor…
29 Mart Çarşamba günü Aksaray'ın Eskil ilçesi Bozcamahmut köyü Aile Sağlığı Merkezi'nde aile hekimi olarak görev yapan Dr. Hüseyin Ağır, uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.
Dün ise Sinop Atatürk Devlet Hastanesi’nde Genel Cerrahi Uzmanı olarak görev yapan Dr. Mustafa Erdem, yaklaşık bir ay önce gerçekleşen bir ameliyat sırasında yaşamını yitiren bir hastanın yakınları tarafından, 29 Mart 2017 Çarşamba akşamı eşinin kullandığı arabayla evinin önüne geldiği sırada, aracın önü kesilerek ağır şekilde darp ve ölümle tehdit edildi. Olayda, Dr. Erdem’in eşine de hakaret ve tehditler yöneltildi.
Şiddet devam ediyor, çünkü şiddet dili devam ediyor.
Şiddeti yapanları buna neden olanları kınıyoruz.
Buna dur demek için şiddete de Hayır diyoruz.
Saygılarımızla.
Dr. Murat ERKAN
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve Kamuoyuna,
Son günlerde Samsun sağlık camiasında Samsun Tabip Odası olarak bizim de hassasiyet gösterdiğimiz ve takip ettiğimiz Dr.Kamil Furtun Göğüs Hastalıkları Hastanesi ve Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi ile ilgili, bu kurumların kapatılacağına dair söylentiler üzerine, bilhassa bu kurumlarda çalışan hekimleri , sağlık çalışanlarını ve kamuoyunu bilgilendirmek ve konuya açıklık getirmek üzere bir açıklama yapmak zarureti doğmuştur.
Bundan yaklaşık iki yıl önce, göz göre göre, bir dizi ihmaller sonucunda görevi başında hain bir saldırıya uğrayarak yaşamını yitiren meslektaşımız Dr. Kamil Furtun’un adını taşıyan hastane olan Samsun Göğüs Hastalıkları Hastanesi bizler için onun manevi varlığını sürdürdüğü bir değer olarak kabul edilmektedir. Köklü bir sağlık kuruluşunda onun adını yaşatmak bizlerin olduğu kadar kamu yöneticilerinin de boynunun borcudur. Bu bağlamda meslektaşımızın kaybında sorumluluğu ve ihmali olan yöneticilerle ilgili kovuşturma sürecinin devam ettiği ve bu sürecin yakın takipçisi olduğumuz hastane ile ilgili hassasiyetimizi yeniden ifade etmek isteriz.
Konuya ilişkin birtakım çevreler üzerinden ortaya atılan iddialar üzerine konunun muhatabı olan Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Prof.Dr.Süleyman Sırrı Kılıç ile görüşmeler yapılmış ve ortaya atılan iddialara açıklık getirmesi istenmiştir. Kamu Hastaneleri Genel Sekreteri bütün içtenliğiyle Dr.Kamil Furtun Göğüs Hastanesi ile ilgili kesinlikle bir kapatmanın olmadığını, hastanenin idari ve mali açıdan Samsun Eğitim Araştırma Hastanesine bağlanacağını ve hastanenin Dr. Kamil Furtun’un adıyla yine aynı mekanda hizmet vermeye eskisi gibi devam edeceğini ifade etmiştir.
Türkiye sağlık ortamında Mersin, Kayseri, Yozgat ve Isparta da uygulamaya konulan şehir hastanelerinde olduğu gibi Samsun’da da planlanan şehir hastanesi bağlamında yapılacak uygulamalardaki olası ikinci basamak değişiklikleriyle ilgili takip, değerlendirme bilgilendirme, eleştiri ve karşı çıkma hakkımızı ve sorumluluğumuzu yerine getireceğimizi de bu vesile ile kamuoyuna duyurmak isteriz.
Sayılarımızla.
Dr. Murat Erkan
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve kamuoyuna,
Bundan tam iki yıl önce bugün sağlık camiası olarak içinde yaşadığımız şiddet ortamının en vahim olayıyla karşı karşıya kaldık. Bir meslektaşımızı, bir eşi, bir babayı bu ülkenin yetiştirdiği nadir güzel insanlardan birini Dr.Kamil FURTUN’u görevi başında hain bir saldırıya kurban verdik.
Aradan geçen zamanda tetiği çeken katil yakalandı ve hak ettiği cezaya çarptırıldı. Ancak adaletin tecelli ettiğini, vicdanların rahatladığını, geride kalanların huzur bulduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Çünkü olayı bir insanın, bir hekimin hayatına kastedecek noktaya getiren nedenlerin, ihmallerin ve sorumluların henüz adalet önünde hesap vermediği bir ortamda, adaletin tam anlamıyla tecellisinden söz edilemez.
Aradan geçen iki yıllık süre içerisinde, katilin olayın gerçekleştiği hastanede pek çok olaya karışmasına rağmen nasıl çalışabildiği, kimlerin ona referans olduğu, böylesi bir kişiliğin hastane idaresi tarafından nasıl olup da korunup, kollandığı, olayın bir gün öncesinde alınan karara rağmen hastane yönetiminin katille ilgili alınan yazılı kararı neden uygulamadığı, akıllarımızda soru olarak kalmaktadır.
Bu soruların en doğru biçimde yanıtlanabileceğine inandığımız hastane yönetimine yönelik dava, neden hala açılmamış ve savcılıkta iddianame aşamasında bekletilmektedir?
Tetiği çekenin yanında, hastane yönetiminden sorumluluğu bulunanlar, neden yargı önüne çıkarılıp kendi paylarına düşenin hesabını vermiyorlar?
Aradan iki yıl geçti, ihmaller zincirini gösteren bunca bilgi, belge ve şahit varken, nasıl oluyor da bu olayda ihmali, sorumluluğu bulunanlar aynı görevlerinde hala çalışmaya devam edebiliyorlar?
Bütün bu soruların yanıtlarının verildiği ve sorumlularla ilgili gereği yapıldığında vicdanlardaki ateş bir nebze de olsa azalacaktır. Adalet işte o zaman tam anlamıyla tecelli edecektir. Aksi takdirde bu sorumluluk, gereğini yapmayanların üzerinde sonsuza dek kapkara bir leke olarak kalacaktır.
Dr. Murat Erkan
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve Kamuoyuna,
Samsun Valiliği Samsun ilindeki tüm sağlık çalışanlarının izinlerini Temmuz ayında ilimizde yapılacak 23. İşitme Engelliler Yaz Olimpiyat Oyunlarını gerekçe göstererek durdurmuştur.
İlimiz ve ülkemiz için bu tür organizasyonların sportif, ekonomik ve sosyal yönden önemini ve kıymetini biliyoruz. Bu tür organizasyonların planlanmasında idarenin yaşadığı iş yükünün ve zorlukların da farkındayız.
Bu tür uluslararası sportif organizasyonlar da etkin sağlık hizmetinin, desteğinin verilmesi, sürdürülmesi oldukça büyük önem taşımaktadır. Çok sayıda yaralının oluşabileceği öngörüsüyle; deneyimli ilk ve acil yardım uygulayıcılarının hizmet vereceği, yaralıların toplanıp triyajın yapılabileceği ve diğer sağlık sorunlarını karşılayabilecek bir organizasyon planı olmalıdır.
Organizasyonun özelliğine göre değişebilmekle birlikte; 1000-5000 kişilik bir topluluk için bir sağlık ekibi yeterli olurken, ilave her 10000 kişi için bir ekip oluşturulması genelde kabul edilen bir uygulamadır. Etkinlik bölgesi içerisinde en az bir kapalı alanın sağlık hizmetleri için düzenlenmiş olması gerekmektedir.
Sydney 2000 Olimpiyatları örneği verilecek olursa, 118000 kişi kapasiteli Olimpik stadyumu sekiz gün içinde sportif karşılaşmaları, açılış ve kapanış törenlerini izlemek için gelen 1.9 milyon kişiyi ağırlamıştır. Afet hazırlık planında 100 sağlık görevlisi yer almıştır.
Bu tür geçici kitle organizasyonlarındaki sağlık hizmetlerinin planlanmasında, yapılması gerekenin aksine, tüm sağlık çalışanlarının planlamaya dahil edilmesi akılcılıktan uzak toptancı bir yaklaşımdır. Bu alana ilişkin pek çok çalışmada ve yapılan benzer organizasyonlarda ihtiyaca uygun sayıda ve özellikte personel ve ekiple planlama yapılması gerektiği ortaya konulmuştur.
Buna karşılık Samsun Valiliği tüm sağlık çalışanlarının temel haklarından olan izin haklarını, tam da çalışanların izin zamanına denk gelen bir dönemde yasaklamıştır. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından başlayan ve halen devam eden OHAL döneminde çalışanların izinleriyle ilgili yasaklamalar yaşanmışken, bu defa da ilimizde izin dönemine denk gelen bir zamanda böyle bir yasaklamanın yapılmış olması mağduriyeti daha da katlamaktadır.
Bu toptan yasaklamanın sağlık personelinde yarattığı mağduriyetin yanında kamu sağlık kuruluşlarındaki çalışma düzenine ilişkin sorunlar yaşatacağı, idareyi zorlayacağı da aşikârdır. Sonuçta bütün bu olumsuzluklardan sağlık çalışanları mağdur olacaklardır.
Samsun Valiliğinin konuyla ilgili yeniden bir değerlendirme yaparak, organizasyonun ihtiyacına uygun nitelikte sağlık hizmet planlaması yapması, konuya ilişkin ekip ve personel görevlendirmesi daha uygun bir yaklaşım olacaktır. Böylece olimpiyat organizasyonunda ihtiyaç duyulmayacak sağlık personelinin boşu boşuna izinlerini kullanamamalarının önüne geçilebilecek, organizasyon sonrası sağlık kurumlarının işleyişinde sorunlar daha az yaşanabilecektir.
Tüm bu gerekçelerle Samsun Valiliği’nden tüm sağlık personelini kapsayan bu genelgeyi geri çekmesini talep ediyor, saygılarımızı sunuyoruz.
Dr.Murat Erkan
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basına ve Kamuoyuna,
31 yıl önce bugün, yani 26 Nisan 1986 günü Ukrayna’nın başkenti Kiev yakınlarındaki Pripyat kasabasında kurulu Çernobil Nükleer Santralinin dört numaralı reaktöründe bir patlama meydana gelmiş, patlama sonucu ortaya çıkan radyasyon serpintisinden Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın haricinde içinde ülkemizin de yer aldığı 14 Avrupa ülkesi etkilenmişti. Bu kazada ilk anda 30 kişi hayatını yitirmiş, ardından santralden yayılan radyasyondan 500bin kişi etkilenmişti. Etkilenen bölgelerde binlerce tiroid kanseri olgusunun ortaya çıktığı rapor edilmişti. Bilim çevreleri bu sayının ilerleyen yıllarda katlayarak artacağını ifade etmektedir.
Günümüzde elektrik enerjisi üretimi amacıyla çalışan yaklaşık 450 nükleer santral vardır ve dünya enerji talebinin yaklaşık %6.8’i nükleer santrallerden sağlanmaktadır. 1986 Çernobil nükleer kazası sonrası, tüm dünyada nükleer santral yapımı büyük ölçüde azalmış, başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere birçok gelişmiş ülke nükleer enerji santrallerinden vazgeçme yoluna gitmişlerdir.
Nükleer santrallerin sadece kaza hallerinde risk teşkil ettikleri düşünülmemelidir. Yapılan çalışmalarda herhangi bir sızıntı yada kaza olmaksızın Nükleer Santrallerin 5 km çevresinde yaşayan çocukların lösemi riskinin iki kattan daha fazla olduğunu gösteren bilimsel veriler bulunmaktadır. Nükleer bir felaketin ardından Çernobil’de olduğu gibi yüz binlerce insan evinden bölgesinden uzaklaşmaz zorunda kalmakta ve bir daha geri dönememektedir. Bu gibi felaketlerin ardından toplumda oluşan psikolojik sorunlar ise kat ve kat artmaktadır. Ülkemizin deprem bölgesinde olduğunu düşündüğümüzde ise doğal afetlerden kaynaklanacak nükleer kaza riskini önleyecek bir yol yoktur.
Ülkemizde yapılması planlanan AKKUYU, SİNOP ve İĞNEADA nükleer santralleri ileride geri dönüşümü olmayacak insan ve çevre sağlığı sorunlarına yol açması olasıdır. Dünyanın teknolojik olarak en ileri ülkelerinde bile onlarca nükleer santral kazası olması bize bu enerji biçiminin hiçbir zaman tam güvenlik sağlanamayacağını göstermektedir.
Ekonomik yönden de bakıldığında ülkemiz için nükleer enerji gerekli değildir. Bu bağlamda ihtiyacımız olan ya da olacak olan enerji için yatırım yapmamız gereken teknoloji, çevre ve sağlık açısından zararlı etkileri olmayan, rüzgar, güneş, jeotermal enerji gibi yenilenebilir enerji türleri olmalıdır.
Dr. Murat Erkan
Samsun Tabip Odası Başkanı
Basın ve kamuoyuna,
Geçtiğimiz Pazar günü Tekkeköy 112 istasyonu çalışanları üzücü ve çirkin bir saldırıya maruz kalmışlardır. Bu olay kentimizde can alan, can yakan şiddetin, sağlık hizmeti sunanlarına yönelik istatistiklerine eklenmiştir.
Ülkemizde her gün 30 sağlık çalışanı şiddete maruz kalmaktadır. Şiddet olayları karşısında her kesimden yapılan kınamaların ve protestoların toplumsal duyarlılık ve tepki oluşturmak adına olumlu olduğu düşünülse de gelinen aşamada bunun bir çare olmadığı da görülmektedir. Yine de yaşanan şiddet olayına karşılık, tepkilerini gösterenlere yönelik idarecilerin “Yaşanan şiddet olayları üzerinden hesap yapıp, insani duyguları istismar edenler” şeklindeki genellemelerini, suçlamalarını kabul etmek mümkün değildir. Yine idarenin “Şiddet olaylarına ilişkin yasal düzenlemeleri çare görmemesi” de ayrıca sorunlu bir yaklaşımdır. Demokratik sosyal hukuk devletinde çözümler, güvenlik önlemlerinin yanında, toplumsal mutabakatta kabul gören demokratik tavırlarla ve hukuk yolunda aranmalıdır.
Bu bağlamda şiddeti önleyici, caydırıcı bir adım olarak Türk Tabipleri Birliği tarafından Türk Ceza Kanunu’na ek madde önerisi hazırlamış ve bu 14 mart haftasında kamuoyuyla da paylaşmıştır.
Ne yazık ki şiddete karşı gerekli yasal düzenlemelerin şimdiye kadar yapılmamış olması, şiddete başvurmayı adeta teşvik etmiştir.
Yasa teklifinde, sağlık kurumlarında çalışan sağlık personeline karşı şiddet uygulayan kişilere 2 ila 4 yıl arasında bir hapis cezası öngörülmektedir. Şiddet nedeniyle sağlık hizmeti kesintiye uğrarsa, ceza yarı oranında artırılmaktadır. Bu yasa önerilerimizin ivedilikle kabul görmesini ve TCK’ya eklenmesi tüm sağlık çalışanları tarafından şiddet konusunda etkin ve samimi bir adım olarak algılanacaktır.
Tekkeköy 112 çalışanı sağlıkçı arkadaşlarımıza bir kez daha geçmiş olsun diyor, böylesi olayların bir daha tekrarlanmamasını diliyoruz.
Dr. Murat Erkan
Samsun Tabip Odası Başkanı